"Bayan Watson, biz hiç bir şey yapmadık," Dedim sinirle. "Hepsi Fiona'nın tezgâhı."
Bayan Watson, ellerini koyduğu masanın üzerinde birleştirerek, bir bana bir de yanımda sinirden parmaklarıyla oynayan Madison'a küçümseyici bir bakış attı. Sessizce nefesimi dışarı verdim. Fazlasıyla sıkılmıştım. Yarım saattir hiç bir suçumuz olmadığı halde suçlanıyorduk. Ayrıca, şu karşımdaki nevale kadına laf anlatmaktan yorulmuştum.
"Bakın," tam konuşacakken Madison'un kendini kasmaktan oluşan boğuk sesini işittim. "Biyoloji sınıfında ki hayvanların dışarı çıktığı saatte biz yemekhanedeydik. Eğer inanmazsanız bizi orada gören bir sürü kişi var."
"Anahtar sizdeydi, Bayan Verdon," tek kaşını havaya kaldırarak, sesini sabit tuttu. "Ayrıca, sizi biyoloji sınıfından çıkarken görenler var. Dolayısıyla kuralları görmezden geldiğiniz için cezalısınız."
Buraya geldiğim şu iki senede en iyi öğrendiğim şey şu nevale kadının birilerini suçlama gibi bir saçma huyunun olduğuydu. Kadın FBI ajanı gibi bir şey. Her teneffüs koridorlarda dolaşır, yere tek bir toz düşse bile suçlayacak birilerini bulurdu. Ve şöyle bir şey daha vardı ki onun karşısında kendimizi haklamamız imkansızdı. Kahrolası kadın her seferinde verecek bir ceza bulurdu.
Bunu benim gibi anlayan Madison kafasını eğerek sessizce homurdandı. "Lanet olası kadın, sabah yatağından kalkarken ayağın yorgana takılırda kafanı komodine çarparsın."
Duyduklarımla gözlerim kocaman açılırken, Madison kafasını kaldırarak bana baktı. Yüzümü incelerken, beni anlamış olacak ki umursamazca omuz silkti.
Kafamı iki yana sallarken hem bizi delici bakışlarıyla izleyen hemde masanın üzerinde ki telefondan tuşlara basan Müdiremize kafamı çevirdim. Ve anında bakışlarımız kesişti. Şimdi farkına vardım da, bu kadın bütün bedduaları hak ediyor. Bu yüzden Madison'a kızdığım için çoktan pişman olmuştum. Kafamı eğdim ve saçma bakışmamız son buldu.
Bu okulda en çok bu kadından nefret ediyordum. Bu okula, bu şehre yada yeni alışmaya başladığım yeni yaşamıma hiçte yardımcı olmuyordu.
Buraya iki sene önce gelmiştik. Başta karşı çıkmış, gelmemek için elimden geleni yapmıştım ama hiçbir şey fayda etmemişti. Arkadaşlarımı, gözümü açtığım odamı-evimi, canım Türkiye'mi geride bırakmıştım. Babamın işinden çıkması sonuçu annemin yüzünden buraya gelme kararı almıştık yada almışlardı. İlk zamanlar bu okuldan da nefret etmiştim ama Madison sayesinde bu yersiz nefretim kırılmıştı.
"Bay Martinez," dedi ve ikimize bir bakış attı. "Bugün yapılacak okullar arası araştırma projesi için iki öğrenciyi daha eklemenizi isteyecektim. Boş kontenjan olduğunu umuyorum." Önünde duran bir kaç pembe kapaklı dosyayı önüne çekti ve bir kaç sayfayı parmaklarıyla ayırdı.
Bir iç çekip şu sıkıcı ortamdan biran önce ayrılmayı diledim. Ah birde bu durumu annemlere anlatmak vardı. Şimdiden içime bir sıkıntı düşmüştü bile. Babam bu durumu hiç hoş karşılamayacaktı. İçimden edebileceğim tüm bedduaları Fiona'nın arkasından yolladım. O kızı bir elime geçireyim beni düşürdüğü bu durumun hesabını ona soracaktım. Amacı neydi ki? Can sıkıntısından etrafa mı hesabı kesiyordu, bir anlasam.
"Tamam, Bay Martinez. Teşekkürler. " diyerek ahizeyi gürültülü bir şekilde yerine koydu.
Sonunda diye içimden geçirirken yanımda ki Madison'un eş zamanlı iç çekişini duymuştum. Sanırım bu okulda, müdiremizi pek seven yoktu. Oysaki Türkiye'deki okulumda olan Müdürümüz çok tatlı ve güleç yüzlü bir adamdı. Bu kadın ise ekisi yüklü elektrondan farksızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutsakların Efsanesi
Teen FictionHerşey o gün o okula ceza için gönderildiğim zaman başlamıştı. Kendimde bazı şeylerin ters gittiğini biliyordum. Diğer insanlardan farklıydım. Tabii bunuda Türkiyeden Washington eyaletinin küçük kasabası olan Redmond'a taşınmamızla anlamıştım... ...