1.Bölüm

4.4K 123 9
                                    

Aydilge-Sorma 


Sevmek reflekstir yazıyordu okuduğum bir kitapta. Ansızın gelir. Yalnızca diğer reflekslerimizden farklı olarak bizi korumaz, güçsüz kılar. Sevdiğimiz şeylere karşı olan zaafımız onları korumak ve mutlu etmek için kendimizi savunmasız bırakmamıza neden olur. Kendi zırhımızı çıkarıp sevdiğimiz şeye giydiririz. Sonu hep aynıdır, zırhı olmadan savaşan bir asker gibi yok oluruz.

Bu kısım, kitapta okuduğum son kısım olmuştu çünkü mantıksızdı. Okumaya değer görmemiştim. Rafa, tozlanmaya terk etmiştim. Tıpkı sevdiğim adamın beni terk edişi gibi. Şimdi yazarın ne kadar haklı olduğunu görebiliyorum. Hayatım boyunca süreceğine inandığım, sürmesini dilediğim tek şeyin hayatımdan kayıp gidişi buna inanmamı sağladı. Kitabın devamını okudum, hayatımda bunun için yeterince boş zamanım vardı. Tilki'nin olmadığı her zaman, boş zamandır. Son 3 ay boşa giden zamandan ibaretti yani.

Kitabın kalan kısmı da bıraktığım yerden farklı değildi. Sevginin bize vereceği zararlar, mutsuz sonlar... Kitabı yazan kişinin çok sevdiği belliydi, benim gibi. Başka bir ortak noktamız da ikimizin de çok acı çekmiş olmasıydı.

Sevdiğim adam 3 ay önce beni sevdiğini söylemiş, kendinden geriye sadece bir kolye bırakmış ve gitmişti.

Kime gitti, niye gitti bilmiyorum ama beni sevdiğine inanıyorum. Her geçen gün daha acı verici bir hal alsa da onu hala bekliyorum. Gittiği gün verdiği kolyeyi çıkarmayacağıma dair söz vermiştim. Sonuçta o gitmeyeceğine dair bir söz vermemişti, değil mi? Hala çıkarmadım çünkü ondan vazgeçmeyeceğim. Ben onu seviyorum. Emin olamamanın yükü altında ezildiğim konu ise şu, o beni seviyor mu?

Odamın kapısı yavaşça aralandı. En az benim kadar kötü günler geçiren ve bu konuda hiçbir şey yapamadığım annem elinde tepsisi ve gözünün altındaki siyah halkalarla içeri girdi. Önce bana bakıp yorgun bir şekilde gülümsedi sonra da tepsiyi masaya bırakıp yanıma oturdu. Elini omzuma atıp beni kendine çekti, ben de kalp atışlarının güzel melodisini dinledim. Kelimelere ihtiyacımız yoktu, yine de annem dile getirmeyi tercih etti.

''Nasıl hissediyorsun? Yeni bir şey var mı?'' Olsaydı burada mı olurdum demek istedim ama sinirimi ona yöneltmek adil değildi. Benim için en çok çabalayan insanı üzmek istemedim ve kafa sallamakla yetindim. Alnıma küçük bir öpücük kondurdu ve çıktı. Kalkıp masamdan annemin bıraktığı tepsiyi aldım ve büyük ihtimalle annemin bıraktığı gibi bulmayı beklediği yemekleri yedim. Kendimi odama kapatmamın bir anlamı yoktu aslında ama 3 ay boyunca bundan başka bir şey yapmıyordum. Yemek yemek ve uyumak zor geliyordu. Dışarıda gördüğüm her şey bana onu hatırlatıyordu. Çevrem 4 kişiyle kısıtlanmıştı: annem, babam, abim ve Ela.

Ayağa kalkıp camın önüne doğru yürüdüm. Odamın camı bahçeye bakıyordu. Gözümün önünde anılar film şeridi gibi akıp geçiyordu. Filmlerde ölmek üzere olan insanlar böyle söylerdi, değil mi? Ölüyor muydum? Ben karamsar düşüncelerimde boğulurken kapım çalındı ve içeriye biri girdi.

''Dur tahmin edeyim, onu hayal ediyorsun, üzülüyorsun, durmadan ağlıyorsun?'' Gelen sevgili arkadaşım, bazen annem, bazen ablam, bazen akıl danışmanım ve tam zamanlı sırdaşım Ela'ydı. Bakışlarımı bahçeden çekip Ela'ya döndüm. Kafasını onaylamadığını gösteren bir şekilde iki yana salladı. Son 90 gününü beni hayata dönmeye ikna etmekle geçirmişti. Olayı özetleyecek olursak, ilk 1 ay fazla iyimser bir şekilde geri dönmesini bekledim. Oldukça ümitliydim açıkçası. Gidişinin ikinci ayı haklı olarak yas tutarak geçti. Ölen duygularım için uzun bir ay boyunca yas tuttum ve etrafımdakiler de bunu anlayışla karşıladı. Çevresinin özel hayatından başka işi olmayan, kendini dedikoduya adamış ev hanımı komşularımız bu durumdan mutluydu bile. Aylar önce yakınlardaki bir blokta oturan kadın ve kocası kimsenin haberi olmadan taşındığından beri hayatlarında hiç heyecan yoktu ve neden gitmiş olabileceklerine dair  kurabilecekleri her şeyi kurmuşlardı. Onlara hak veriyordum aslında.

EN BAŞTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin