Davetsiz Misafir

38 5 16
                                    

         Aklım durmuştu. O lekelerin kan lekesi olduğuna emindim. Taze kandı. Nasıl olur da elinde ya da başka herhangi bir yerinde yaralanmanın bir izi gözükmezdi?
         "Al." Şeker dolu kaseyi bana uzattığında beynimde yankılanan bütün sesler, cevap bulamadığım bütün sorular uçup gidivermişlerdi. Kayıtsız yüz ifadesinden yaralanıp yaralanmadığını anlayamıyordum. Tek anladığım bir an önce gitmemi istediğiydi.
         "Teşekkürler." Gülümseme gereği duymadan soğuk komşuma sırtımı çevirip daireme girdim. Şekeri tezgaha koyup kollarımı sıyırdım. Malzemeleri tek tek kaba koymaya başladım. Hamuru yoğururken aklım karşı daireden çıkmıyordu. Kimdi bu yeni adam?  Neydi?
          Katil mi? Tecavüzcü mü? Uyuşturucu satıcısı mı? Hırsız mı?
          Nasıl tanıyacaktım onu?
          Doğu'yu, bana karşı olan soğukluğunu, kan lekelerine rağmen hiç yaralanmamasını düşünmemeye çalışarak bir müzik açtım. Dans ve müzik eşliğinde kekimi fırına atmıştım. O pişerken kıyafet dolabımın önüne geldim. Askıların arasında kaybolurken nihayet gözüme mavi bir elbise takıldı. Askıdan aldığım gibi üzerime mavi elbisemi giydim. Bir tanecik teyzemin bana ölmeden önce aldığı kıyafetti. Ailedeki koruyucu meleğimin bana armağanıydı ve karşı komşumla konuşacaksam onun korumacılığına ihtiyacım olabilirdi. Hafif bir makyaj ve kafama taktığım şirin tacımla kendimi daha güzel ve daha rahat hissetmiştim. Artık gitmeye neredeyse hazırdım.
            Mis gibi kokan limonlu kek kokusunu içime çeke çeke mutfağa gittim. Keki fırından çıkarıp tabak aramaya başladım. Gözüme kırmızı bir tabak takıldı. Ona koyup götürmeye karar verdim. Saate baktığım da 16:41'i gösteriyordu. Gün gerçekten hızlı geçmişti.
             Enfes limonlu kekimi kesip tabağa koyarken aklıma takılan daha büyük bir düşünce vardı.
             Onuna tanışmam, onu tanımam gerekiyordu. Bu çekimin nedenini öğrenmeliydim. Ama bunu kapı önünde yapamazdım ve evine girmeliydim. Onun gibi soğuk biri beni evine alır mıydı? Alsa bile ne olacaktı?
              Bir şey çalmadan durabilecek miydim?
              Kek tabağını elime alarak kapımı açtım. Doğu'nun kapısına sessiz ve yavaş adımlarla ulaştım. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İşte zile basmıştım.
              "Merhaba Arya." Aradan on saniye geçmeden kapıyı açmıştı ve kocaman gülüyordu. Evet, gülüyordu. Onu tanımak kolay olmayacaktı.
              Elimdeki tabağı göstererek "Senden şeker istemiştim. Kek yapmak içindi ve bende getirmeye karar verdim." Gözlerimiz kenetlenmiş haldeyken ve kalbimin sesi kendi sesimden yüksek çıkarken anca bu kadar konuşabilmiştim.
             "Teşekkür ederim, çok hoş bir davranış bu." Deyip, elimden tabağı aldı. İçeriye doğru yöneldi. Gitmediğimi görünce duraksadı. Soru sorarcasına bana baktı. "beni içeri al" diyemezdim. Ama sanki bunu demek istercesine dudaklarımı kıvırdım.
              "Ah,şey. İçeri gelir misin diye sormadım. Özür dilerim benim kabalılığım." Pişmanlığını belirtecek şekilde masum bir bakış atıp gülümsedi.
              "İçeri gelsene."
               Artık ben, ben değildim. Yaşadığım yer, yer değildi. Gözyüzünde ve bulutların üzerindeydim. Herşeyim kaybolmuştu. Ben kaybolmuştum. Ağzımı ben kontrol edemiyordum. Ayaklarımı ben hareket ettiremiyordum. Artık kalbimin egemenliği altındaydık.
              "Te-teşekkürler." Diyebilmiştim sadece. İçeri girmiştim işte. Basit ama bir o kadar zor olan bir şeyi başarmıştım.
               Birden burnuma o koku geldi. Gerçekten çok iyi bir koku duyum vardı. Normalden daha üstündü. Evin içi kurumamış duvar boyası kokmasına rağmen altında yatan kan kokusunu almıştım.
                "Salona geçsene." Eliyle bana büyük odayı gösteriyordu. Ürkek bakışlarla kafamı onayladığımı belirten bir şekilde salladım ve onun önünden ilerlemeye başladım. Bembeyaz bir odaydı. Beyazımsı krem tonlarında bir köşe takımı, yine aynı renklerde bir halı, beyaz perdeler, ortadaki beyaz sehpa... Çok beyazdı. Fazla beyaz. Odaya uyum sağlamayan üç eşya vardı. Televizyon, playstation ve koltuğun yanında duran iki siyah kol düğmesi.
                 Koltuğun uç kısmına oturdum. Tüylerimin ürpermesine neden olamamıştım. Kendimi akıl hastanesinde hissettiriyordu bunca beyaz.
                 "Neden bu kadar beyaz?" Kendimi tutamayıp sormuştum işte. Dilimi tutamıyordum.
                 "Renkler insanlar gibidir. Fazlası gereksiz bence." Soğuk yüz hatlarıyla vermişti bu yanıtı. Yanıtı mı, fazla beyazdan dolayı mı yoksa klimadan gelen havadan dolayı mı tüylerim diken diken olmuştu, bilemiyordum.
                 Aniden kapının çalmasıyla ikimizde irkilmiştik. Doğu'nun gözleri benimle kapı arasında gidip geliyordu. Kapı inatla çalmaya devam ediyordu. En sonunda zilin susmayacağını anlayıp kapıya yöneldi Doğu. Merakla kafamı eğip ne olduğunu görmeye çalışıyordum. Aniden duyduğum Doğu'nun sesiyle yerimden fırladım.
                 "Lanet olsun!!"

Multimedya: Berra

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 14, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Suç OrtağımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin