6 ay sonra...
"Gizem malak gibi yatıyorsun kalk artık donuyorum zaten benim yorganımı da almışsın!" "Ya hayır ben almadım, bak orda Selinin altında" "Ya yalancı ben almadım valla Melis ya, ayrıca benim yastığım senin ayağının orda" "Hayır kızım ben ne yapayım senin kokuşmuş yastığını be?" "Hııı kesin. Sen benim konuşmuşluğuma kurban ol be" Bu saçma konuşmayı gerçekleştirirken bir yandan ders notlarımı toparlamaya aynı zamanda giyinmeye çalışıyordum. Saçma sapan arkadaşlarım vardı ve her saniye neden onlarla arkadaş olduğumu sorguluyordum. Şaka bir yana gerçekten bana bu altı ay içinde çok destek oldular ve mükemmel arkadaşlardır. Evet yuvamdan İstanbul'a göçeli yaklaşık altı ay oldu ve hayatım harika denebilecek biçimde ilerliyor. İyi oda arkadaşım, harika sınıf arkadaşlarım, mükemmel tiyatro ekibim, ultra süper hocalarım...Aslında İzmir den sonra burası o kadar karışık ve boğucu geliyor ki ama olsun her şeye değer burada yaşamak. Sonunda kıyafet olarak bu Mart ayında çok fazla bir seçeneğim olmadığını fark edince krem rengi bir tayt-pantolon giyip üzerine siyah beyaz çizgili kazağımı geçirdim ve ayağıma siyah asker botlarımı giydim, üzerime yine krem rengi olan diz kapağımın bir karış üstüne gelen şişme montumu giyip ucu tüylü şapkasını kapadım, çantamı sırtıma takıp anahtarımı da alıp odadan çıktım. Ve metrobüse atladım. Aslında yurttan yürüme mesafesi on dakikaydı ama hava gerçekten soğuk olduğu için bunu göze alamadım.
Binaya girdiğimde hemen ısınacağımı bildiğim için ilk önce şapkamı çıkardım merdivenlere doğru ilerlerken de montumu sırtımda sıyırıyordum. Aynı zamanda çantamı düşürmemek için büyük uğraş veriyordum elbette. Dersin başlamasına iki üç dakika vardı o yüzden hızımı biraz daha artırdım. Ve sonunda o kocaman amfiyi buluverdim. Hemen boş bir yer aradım ve boş bulduğum Atakan'ın yanına kendimi atıverdim. "Kızım paran yoksa söyle borç falan veririm ne diye hırpalıyorsun bu kadar kendini?" Dediklerinden hiçbir şey anlayamamıştım suratına bön bön bakmaya devam ettim. Yoksa İzmir'de yaşadığım hayatla ilgili bir şeyler mi öğrenmişti de bunları yüzüme vuruyordu. Birincisi Atakan asla öyle biri değildi, ikincisi o konu hakkında bir şeyler öğrenebileceği hiç kimse veya hiçbir kaynak yoktu. Çünkü buraya geldim geleli hiç kimseye eski yaşamım hakkında gerçekleri anlatmamıştım. Gizem'e bile. "Diyorum ki part-time işe başladın herhalde." "Ne saçmalıyorsun Atakan hiçbir şey anlamıyorum." "Of be kızım burnun kıpkırmızı olmuş, part-time palyaçoluk mu yapıyorsun diyorum?" "Ya konuya hiç böyle girilir mi Allah aşkına? Ben de diyorum bu ne saçmalıyor?" "A-aa suç bende değil, asla kabul etmiyorum. Neyse hadi Hasan hoca geldi sus" Hasan hoca, tapılası hoca, karizmatik hoca, en iyi hoca. Adam 65 yaşında olmasına rağmen o kadar çevik o kadar zeki ki insan yaşından utanıyor resmen. Fakülte olarak Hasan hocayı çok severdik çünkü adam sevilmeyecek bir insan değil. Öncelikle çok nazik ama bıraktı mı da bırakıyor tabi ona bir şey diyemem.
Ders bitiminde aldığım notları kontrol edip toparlandım. Hava sabaha nazaran daha ılık görünüyordu, güneş iyice açmıştı. Ben de buna dayanarak ve bugün tek dersimin bu olması şerefine biraz dolanmaya karar vermiştim. Aslında vizeler yaklaşıyordu faka günümün çoğunu orta salonda etüt odasında ders çalışarak geçirdiğim için biraz hava almak bana da iyi gelebilirdi. Dışarıya çıktığımda tahminimden biraz daha soğuktu ama ben soğuğu severdim. Kulağıma kulaklığımı taktım ve Three Days Grace'in Get Out Alive şarkısını açtım. Şarkının sözleri o kadar anlamlıydı ki her dinlediğimde istemsizce gözlerim doluyor. Aaslında bu şarkıyı dinlemesem belki onu unutmam biraz daha kolay bir hal alabilirdi aslında, belki de unutmak istemiyorum ya da kendime acı çektirmekten hoşlanıyorum en ufak bir fikrim yok.
Yeterince hava aldığımı düşündüğümde yurda doğru yol aldım. Her ne kadar fark etmesem de bayağı bir yol gitmiştim ve şu anda gerçekten üşüyordum. Yurt odasına girdiğimde birkaç dakika montumla beraber oturdum. Selin ile Gizem ben geldiğimden beri konuşmuyorlardı. Aklıma yine en kötü durumlar geldi. Çünkü yüzlerinde pişmanlık duygusu vardı, üzülmüşlerdi. Bakışlarını yerden ayıramamalar, sürekli el parmaklarıyla oynamaları, çaktırmadan birbirlerine bakmaya çalışmaları bunlara kanıttı. Şu anda resmen vazo kırmış bir çocuk gibi bakıyorlardı. "Siz mi anlatacaksınız yoksa ben mi kurcalamalıyım?" "Ne? Neyi? Ne olmuş ki?" "Gizem bana böyle saçma şeylerle gelme bebeğim. Anlat. Şimdi" "Melisa biz bir karar aldık ama çok kızma ne olursun?" "Melisa? İlk tanıştığımız günden beri bana böyle söylemedin? Gerçekten ciddi bir şey mi var? Birine bir şey mi oldu diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Selin bari sen anlat. Gerçekten meraktan öleceğim şuracıkta." "Melisciğim biz eve çıkma kararı aldık birlikte. Artık bu yurdun sınırlarından gerçekten sıkıldık ve bıktık. Senin de gelmeni çok isterdik ama eve ortak olduğumuzda zaten iki kişi daha vardı ve şu anda evde yer yok maalesef." Biraz şaşırmıştım açıkçası. Burada çok mutlu olduklarını sanıyordum aslında. Ama istediklerini yapabilirlerdi tabi ki. Bunun için benden af dilemeleri bile oldukça saçmaydı. Ayrı eve taşınıyorlar diye onları suçlamak tamamen bencillik olurdu. "Bak gördün mü kızdı işte ben sana demiştim Selin. Melis valla tamamen bu safozun işi ben dedim ne olacak burada kalsak diye ama dinlemedi" "Gizem saçmalama lütfen. Size niye kızayım sizin isteğiniz, sizin hayatınız karışamam. Hem ben yurtta kalmaktan gayet memnunum önüme hazır yemek geliyor, fatura derdi yok, alışveriş derdi yok. Siz keyfinize bakın, sonsuza kadar ayrılmıyoruz ya? Okulda görüşürüz, olmadı buluşuruz ne olacak sanki?" "Ya kuzum sen dünyanın en iyi niyetli insanı ve en harika arkadaşısın." "Öhöm öhöm hatırlatırım eve benimle çıkıyorsun tatlım, eve gidince tartaklarım seni ona göre" "Sizi çok özleyeceğim emin olun yeriniz asla dolmaz oda arkadaşları" herkesten kısa hüzünlü bir kahkaha.. "Ee büyük kucaklaşmayı yapmıyor muyuz?" "Tatlım senin o kucaklaşma dediğin bizde altta kalanın canı çıksın adıyla geçiyor ama yine de sen bilirsin" "Canını çıkaracağım ben senin göreceksin." "Çıkar be Melis be, çıkaracaksan sen çıkar ama şu Selin cadolozunun eline verme beni" "Tamam şaka bir yana ne zaman gidiyorsunuz? "İşlemleri hallettik bugün eşyaları da topladık seninle vedalaşıp gitmekti niyetimiz aslında." "Tamam o zaman canlar kendinize iyi bakın, o kızlarla çok yakın olmayın ve en ufak bir şeyde hemen beni arayın, anlaştık?" "Anlaştık." "Anlaştık!" "Hadi o zaman yallah, krallığımda yalnız bırakın beni" "Çabuk alışma yalnızlığa sık sık ziyaretine geleceğiz belki de yeni oda arkadaşın bundan bıkar ve bizi şikayet falan eder, güvenemiyorum" "Of bir de o dert var değil mi?" "Hadi hadi, çok ön yargılı olma belki bakarsın bizden daha iyi biri gelir." "Saçmalamayın, neyse hadi gidin artık ev arkadaşlarınızın gözleri yollarda kalmıştır." "Tamam, öptüm bebik." "Sık sık ara Meliissss" "Hadi Gizem hadi mesajlaşırız." "Tamam ben gider gitmez bir WhatsApp grubu açacağım zaten hem benim ev hem de senin oda arkadaşını çekiştiririz." "Tamam ama bu gidişle asla gidemeyeceksiniz hadi görüşürüz" sonunda kapıdan onları çıkarıp kapıyı da yüzlerine kapayabilmiştim. Tamam kızmıyordum belki ama ne yalan söyleyeyim bir garip olmuştum. Onlar gider gitmez kendimi yalnız hissetmeye başlamıştım.saat daha 15.00 dı aslında karnım acıkmıştı yemekhaneye gidip yemek var mı diye bakmalıydım. Merdivenlerden inerken kızlar yurdunun müdiresiyle karşılaştım ve tam selam verip geçecekken "Melisa" diye seslendi. "Buyrun hocam?" "Müsaitsen seninle bir şey konuşmak istiyordum daha doğrusu bir ricam olacaktı" "Tabi hocam, yapabileceğim bir şeyse elbette." "b"enim odama geçmeye ne dersin?" Ne yalan söyleyeyim hafiften tırsmıştım. Ne söyleyecek diye içim içimi kemirirken odasına doğru yol alıyorduk. "Geç buyur otur bakalım. Şimdi senden isteyeceğim şey sana biraz abes gelebilir ama biraz düşünmeni istiyorum. Emin ol biz zorunda olmasak bunu senden istemezdik." –sak, -mezdik, biz? "Tabi hocam buyrun dinliyorum ben sizi." "Erkekler yurdunda bir veri giriş hatası olmuş, yurdumuzda sadece bir yataklık boş yer var fakat aynı anda iki giriş birden yapılmış. Bu durumu açıklamaya çalıştık fakat bir öğrencimiz il dışından geldiği için gidecek başka bir yeri olmadığını söyledi. Diğer öğrencimizin ailesi de eğer oğullarının o odada kalmasını sağlayamazsak bize dava açacaklarını söylediler. Eğer bu davayı kazanırlarsa ki bu çok fazla büyük bir ihtimal yurt kapatılacak ve bu kadar öğrenci mağdur olacak tabii buna sen de dahilsin." "Peki hocam ama anlayamadığım bir şey var yarı dönemde nasıl kayıt yapılabiliyor ki?" "Valla orasını üniversite bilir, bizim görevimiz öğrencilerin barınma ihtiyacını sağlamak." "Tabi hocam bir de benden istediğiniz tam olarak nedir acaba?" "Senden isteğim kısa bir süreliğine il dışından gelen öğrencimizle aynı odada kalman. Ama en başta dediğim gibi hemen ani karar verme biraz düşün hem kendini hem de diğer öğrencileri. Bu sorunun en kısa sürede çözülmesini sağlayacağız. Elbette sana en ufak verdiği bir rahatsızlıkta hemen bize geleceksin ve bu onu yurttan atmamız için yeterli bir sebep olacak, yani kendini güvende hissedebilirsin. O konuyu sıkıntı yapma. Öğrencimiz de gayet iyi biri, sanırım seninle aynı üniversitede ama mühendislik okuyor olması lazım. Lütfen bunu bir düşün." "Yani bana bir şey yapmayacağı hakkında güvence veriyorsunuz?" "Evet, kesinlikle." "Peki o zaman hocam buyursun gelsin ama lütfen ahlak ve saygı çerçevesini aşmasın, bunu da aynen iletirseniz sevinirim." "Çok teşekkür ederim Melisa'cığım, biliyorsunuz siz bizim için birer evlatsınız, sizin iyiliğiniz bizim için çok önemli." "Tabi hocam. Neyse, şey acaba yemekhanede yemek var mı biliyor musunuz?" "Al tatlım bu benim kartım bunla ise, öğrencilere vereceklerini sanmıyorum, prosedür böyle. Yemeğin benim için olduğunu söyle ki biraz bol koysunlar, iyice karnını doyurabilirsin böylece." "teşekkürler hocam, iyi günler." "İyi günler tatlım, bu arada bir şeye ihtiyacın olursa bana haber vermen yeterli." Ee, tabi hocam, tekrar iyi günler" "Gerçekten kurt gibi acıkmıştım ama şu oda arkadaşı meselesi de kafamı biraz kurcalıyordu aslında. Yemekhaneye inip Pelin Hoca nın dediği gibi kartı yemekhane görevlilerine gösterdim ve enfes yemeğimi alıp biraz uzak bir köşeye geçtim. Bu sırada kendime endişelenmemem konusunda nutuk çekiyordum. Sonuçta en ufak ir lafında bile Pelin Hoca'nın yanına gitsem o baş belasından kurtulabilirdim değil mi? Ayrıca iki abi ile aynı odada tam 17 yıl yaşamıştım. Kendime dikkat edebilirdim, zorluklarını biliyordum o da sadece regl dönemlerimde oluyordu ama yine de üstesinden gelebiliyordum. Son olarak domatesli makarnamı bitirip merdivenlere yöneldim. Ağır adımlarla odaya çıktım gerçekten iyi doymuştum ve mayışmıştım. Ama hukuka giriş sınavına çalışmam gerektiğinin farkındaydım. Odada küçük bir çalışma masası vardı ve artık bana kalmıştı, böylece etüt odasına inmeme gerek yoktu. Odanın kapısından girince beni bir çalışma masası karşılıyordu sandalyesi kapıya dönük bir biçimde pencereye bakıyordu. Masanın hemen yanında tek kişilik bir yatak dikey olarak bulunuyordu. Yatağın sağında bir gardop ve önünde gece lambasının bulunduğu bir sehpa vardı. Sehpanın sağında ise tek kişilik bir yatak daha. Giriş kapısından içeri girdiğinizde solunuzda da bir kapı vardı ve o kapı banyoya açılıyordu, şu anda tam da ihtiyacım olan yere. Hemen kısa bir duş aldıktan sonra derste aldığım hocanın ders ses kaydını yazmaya karar verdim böylece renkli kalemlerimi çıkardım ve kulaklığımı takıp yazmaya başladım yaklaşık bir saat sonunda bitmişti ama ben de bitmiştim son olarak müziğimin sesini açıp (Three Days Grace-Gone Forever) önemli yerlerin altını çizmeye başladım. Ders çalışmam bittiğinde hiç yatağa geçme zahmetinde bulunmadan kafamı masaya koydum ve anında uykuya daldım.
Uyandığımda şarkının çalmıyor olduğunu ve havanın karardığını fark ettim. Yavaş hareketlerle doğruldum ve iyice gerindim. Saf saf önüme bakmakla meşguldüm. Fakat banyo tarafından bir tıkırtı geldiğini fark ettim. Yurtta olmama rağmen güvenlik çok mükemmel sayılmazdı bu yüzden her gece yatmadan önce kapıyı mutlaka kilitlerdik, kapılar çelikti zaten. Odaya girmeden önce de kilitlediğimi sanıyordum fakat unutmuş da olabilirdim. Hala kendime gelmeye çalışırken masamda duran küçük cam kalemliği alıp yavaşça ayağa kalkmaya çalışıyordum. Sessizce banyonun kapısının yanına gittim ve bir iki dakika bekledim. Bir iki dakika sonra kapı yavaşça açıldı ve ben de aynı anda çığlığı basarak kalemliği ona fırlattım. Bir ah sesi geldi ama çok fazla işe yarayacağını zaten düşünmüyordum. Sadece canını biraz yakıp afallatmak içindi. Sonra pata küte girişecektim. Tabi planım böyleydi ta ki o vücudu ve belinde sarılı duran beyaz havluyu görene kadar. Hemen ellerimle gözlerimi kapattım. "Kimsin sen ya? Sapık mısın manyak mı?" Bir süre sessizlik oldu, sanırım kalem kutu olayının şokunu hala atlatamamıştı. "Oda arkadaşın?" Afallamıştım. Tam anlamıyla dona kalmıştım. Şaşırmıştım. Çünkü bu ses o kadar tanıdıktı ki. Ama imkanı yoktu değil mi? Hala gözlerim kapalıydı ve ne diyeceğimi bilemiyordum ve aklıma il gelen şeyi söyledim. "Sen gidip üstünü giyinsene hem bana hem gözlerime eziyet ediyorsun." Bir şey demedi ya da diyemedi ama gitti de. Böylece ben de ellerimi gözlerimden çektim ve yarınki ders programıma baktım. Dersim öğlen olduğu için rahattım ama hala yorgun hissediyordum. Tekrar uyumaya karar verdim ama uyumadan önce kendi güvenliğimi sağlamalıydım. Banyonun kapısına gittim. "Oda arkadaşı! Beni iyi dinle kendi sınırlarını ihlal etmezsen çok müteşekkir olacağım. Bir de lütfen bu odada bir kızla kaldığını unutma. Ne o öyle belinde havl-" Afallamıştım. Tam anlamıyla dona kalmıştım. Şaşırmıştım. Ultra afallamıştım. Ultra dona kalmıştım. Ultra şaşırmıştım. "Kaan?"
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Henüz bir okuyucu kitlesine ulaşmadan yayınladım bölümü farkındayım ama biraz konuya girer gibi oldu. Aslında içime sinen bir bölüm oldu ve onun için yayınlamak istedim. Umarım beğenirsiniz oy ve yorum atarsanız mutlu olurum iyi geceler :))) (multi:kaan)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Kırıntıları
RomanceBir şiir belki bir şarkı sözü, Anlatır bize yaşamın özünü. Unutma hayata verdiğin yaşama sözünü. Yaşa mutluluğu ama unutma hüznü.