2- Yemekhane

34 4 6
                                    

"Kaan?"

.....

Sonsuzluk gibi gelen sessizlikten sonra geriye bir adım attım. Ve bir tane daha. Dilim uyuşmaya başlamış hafiften gözlerim kararmıştı ama birkaç saniye sonra geçmişti fakat bu dengemi kaybetmemek için geçerli bir sebep değildi. Hemen masaya tutundum ve bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştım. Aslında çok şey olmuştu. Geçmişte, şimdi, belki gelecekte.. Yavaşça sandalyeye oturdum. Birkaç saniye camdan dışarı baktım. Yine o kötü anılar geri gelmişti. Yavaşça notlarımı düzeltmeye çalıştım. Kalemlerimi aldım ve kalem kutumun içine dikkatlice koydum, fermuar sesinin sessiz odada yayılmasına izin verdim. Uyuz edici bir yavaşlıkla sandalyemin hemen yanında yerde öylece duran sırt çantamı aldım ve masada bulunan eşyalarımı düzgünce içine yerleştirdim. Konuşulacak bir şey yoktu. Belki de söylenecek onca söz vardı ama konuşulacak bir şey yoktu. En azından onunla. Hayatımı gözlerimin önünde mahvedip parçalamasına izin vermiştim. Onun yüzünden aileme karşı durmuştum. Aslında onunla olmaya değer miydi hala bilmiyorum. Yaptığı onca şeyden sonra hala onu sevmek aptallık mıydı? Evet, evet öyleydi ama yapabileceğim bir şey olsa şu ana kadar çoktan yapmıştım. Ayağa kalktım elimdeki çantamı sandalyenin oturak yerine dikey bir şekilde koydum. Onun olmaması gerekiyordu. Türkiye'de o kadar insan varken bu biraz fazla değil miydi? Niye gelmişti buraya? Yavaş adımlarla yatağıma ilerledim. Yorganı aşağıya doğru çektim. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Yanmamalıydı. En azından onun için değil. Yorganın yatakta açık bıraktığı kısmı yavaşça doldurdum ve kafamı yumuşak yastığa bıraktım. Aslında hava soğuktu ama üstümü örtmedim. Dizlerimi büküp kendime çektim ve kafamı aşağıya doğru kaydırdım. Cenin pozisyonu almak bana göre güçsüzlük belirtisiydi ama şu anda güçlü olabileceğimi hiç sanmıyordum. Gözlerimi kapadım ve geçmişimin acı tatlı anıları gözümde birden canlanmaya başladı. Sahilde ondan kaçmaya çalışmam onun beni gözünü bürümüş hırsla yakalamaya çalışması, zihninde beliren mide bulandırıcı düşünceler. Gözlerim ve göz kapaklarım arasındaki boşluk dolmuş olmalıydı ki gözlerimden birer damla aşağıya süzülmüştü bile. Onunla aynı odada kalamazdım, onunla aynı şehirde bile yaşayamazdım. Onca olan şeyden sonra bile kalbimin derinlerinde de olsa ona karşı bir güvenin var oluşu kendimden nefret etmem için yeterli bir sebepti. Bu düşüncelere dalmışken uykunun hatıralarımı yavaşça yuttuğunu fark ettim. Sonra ise hatırladığım kapının sertçe çarpışıydı. Ne demişlerdi "Uyuyunca geçer"

Uyandığımda saatin sabahın dokuzu olduğunu fark ettim fakat sabahın bu erken saatine rağmen odada tektim. Belki banyodadır diye düşündüm ama banyonun kapısı açıktı ve kimse olmadığını belli ediyordu. Kahvaltının bu saatte çıkmış olacağını düşündüm ve acele etmeden siyah alt eşofmanımı ve yarım kollu beyaz tişörtümü giyip üstüme asker yeşili rengindeki hırkamı geçirdim. Dışarıda spor ayakkabılarımı giydikten sonra kapının yanındaki anahtarı aldım ve kapıyı yavaşça kapattım. Ellerimi cebime soktuğumda telefonumu almamış olduğumu far kettim ama daha sonra pek bir işe yaramadığı aklıma geldiği için merdivenlerden inmeye devam ettim. Yemekhaneye geldiğim ortamın sıcaklığından belli oluyordu. Terlememek için hırkamı çıkardım ve tabağımı aldıktan sonra kolay yer bulabilmek için hırkamı boş bir masanın sandalyesinin arkasına astım. Hasibe Ablya'ya selam verdikten sonra tabak, çatal ve bıçağımı alıp pek fazla kalabalık olmayan sırada rahatça ilerlemeye başladım. Arkamda birinin boğazını temizlediğini fark ettim, insanlık halidir diye pek oralı olmadım. Sonra öksürmeye başladı, biraz abartılı ve sinir bozucuydu, bu sefer sinirimden bakmadım. Ama son öksürüğü 'İki saattir burda geberiyorum artık bir baksan?' türündendi. Merak, beş harfli baş belası... Arkamı dönünce bir çift omuzla karşılaştım, yüzünü görebilmek için kafamı biraz yukarıya kaldırmam gerekliydi tabi ki. Kafamı yukarıya kaldırmamla önüme geri dönmem bir oldu. Evet, hayatımın bu yurtta bana dar edileceğini şu anda şu saniye daha fazla anlamıştım. "Lütfen, benden kaçmanı istemiyorum. Yemin ederim bu canımı o kadar çok acıtıyor ki..." dedi fısıldayarak. Ama bu çocuk bu ses tonuyla konuşursa benim karşı koyma güzüm kalmazdı ve bunun için kimse de beni yargılayamazdı. Hah beyimiz pişman mı olmuştu yoksa? Kendimi o kadar güçsüz hissediyordum ki, ona o kadar çok sarılmak istiyordum ki... Ama yapamazdım, bunun önünde çok büyük bir engel vardı. Geçmiş. Ben de en iyi yaptığım şeyi yapıp umursamadım ve yemek verilen yerin son kısmına geldiğimde tepsiyi elime alıp kendimden emin adımlarla, dik bir şekilde hırkamın olduğu yere yürümeye başladım. Zaten Atakan ve Doruk da çoktan masaya oturmuşlar, kahvaltılarına iştahla ve hararetli bir sohbetle devam ediyorlardı. Şu anda yurtta arkadaşlarım olduğu için kendimi o kadar şanslı hissediyordum ki. Masaya oturmadan önce yanaklarına bir günaydın öpücüğü kondurup saçlarını karıştırdım, her zamanki gibi. Masaya oturduğumda gözüm etrafı istemsizce tararken bizi duyabilecek kadar yakınlıkta olan çapraz masada bizim masaya sinirle bakan Kaan'la karşılaştım. Ve kafamı hemen tabağıma çevirdim, gerçekten sinirliyken o kadar korkutucu oluyordu ki. "Ee fıstık oda arkadaşın olmadan nasıl rahat uyuyabildin mi" "Yoksa onlar gittiği için onlara minnettar mısın" Kahkahalar bizim masadan yükseldi. "Ya Atakan saçmalama onlar en iyi arkadaşlarımdı, şimdiden özledim." "Aşk olsun kıvırcık biz ne güne duruyoruz?" "Ya öyle değil tabi ki siz de en yakınlarımsınız, ama doruk anla işte kız arkadaş farklı erkek arkadaş farklı, yoksa hepinizin yeri apayrı benim için" Doruk bir hışımla burnumu sıkınca benden de istemsizce bir çığlık koptu, tabi onlardan da birer kahkaha. "Bu yemekhaneye çok zarar veriyoruz biliyorsunuz değil mi beyler?" "Bir şey diyeceğim şu herif bizim masaya neden sabahtan beri tip tip bakıyor?" Kaan'ı gösterdi. Ve bütün masa ona döndük, o da doğal olarak önüne dönüp yemeğiyle ilgileniyormuş gibi yaptı. "Neyse gençler muhabbetinize doyum olmaz benim dersim var, sen geliyor musun Doruk?" "Yok abicim benim ders öğleden sonra, hem bu fıstığa birinin göz kulak olması lazım değil mi?" Atakan beni öpüp Doruk'la da vedalaştıktan sonra Doruk la baş başa kalmıştık. Aslında Doruk'un bana karşı boş olmadığını farkındaydım ama işi biraz şakaya vuruyordu ben de o yüzden ben ciddiye almak istemiyordum, maksat arkadaşlığımız zarar görmesin. Doruk gerçekten karizmatik ve komik bir çocuktu, insana değer veriyordu ama maalesef ki ben ona o gözle bakamıyordum ve onun kalbini de kırmak istemiyordum. Bu yüzden de baş başa kaldığımızda gergin bir ortam oluşuyor konuşmamız tıkanıyordu. Ben de yine böyle bir şeyin yaşanacağını bildiğim için kafamı yemeğe gömdüm, ve güzel yemeğime biraz şefkat göstermeye başladım. "Melisa, benim seninle bir şey konuşmam gerekiyor artık sanırım." 24 saat içinde ikinci bir Melisa vakası. Acaba ne diyecekti? "Buyur söyle Doruk?" "Ya Melis, şey sen zeki bir kızsın zaten, saf da değilsin..." küçük bir kahkaha patlattım. "İltifatların için çok teşekkür ederim Doruk'çuğum. Bunu mu konuşmak istiyordun benimle?" "Ya dur be kızım zaten iki dakika ciddi olmaya çalışıyorum şurda" "Ov, çok özür dilerim ekselansları, beni affedebilecek misiniz? Lütfen kellemi bana bağışlayın." "Melis ben seni seviyorum." "Ben de seni seviyorum Doruk'çuğum?" "Öyle değil melisa işte, anlasana yani.. Ben sana aşığım kızım." Oha. Biraz ani olmuştu. Tamam biliyordum ama işin bu kadar ciddi olduğunu farkına varmamıştım, varamamıştım ya da varmak istememiştim. Ama farkına varmalıymışım demek ki. Doruk'un cümlesinden sonra bir gürültü koptu. Kafamı kaldırdığımda Kaan'ı sinirli bir şekilde masamızın başında dikilirken gördüm. Sesin nereden geldiğini anlamak için etrafı kolaçan ettiğimde ise onun oturduğu masanın artık yerde olduğunun farkına vardım. Zaten yemek yerine oynama işlevinde kullandığı kahvaltısı da etrafa saçılmıştı. Hışımla ayağa kalktım, artık hesap sorma vakti olmalıydı değil mi? Ayağa kalktığımda hızla yanıma geldi ve sıkıca kolumu tuttu. Sanki çok azıcık daha sıksa kolum tuttuğu yerden kopacaktı. "Ne yaptığını sanıyorsun dengesiz? Bırak kolumu, hayvan herif" gibi cümleleri art arda sıralıyordum ama beni kaale aldığı falan yoktu tabi ki. Klasik Kaan işte. Beni hışımla bir alt kata sürüklemeye başladı. Ama nereye götürdüğünü tam kestirememiştim. Alt katta sadece bodrum vardı, boş kazan dairesi. Başka hiçbir şey yok. Bodrum katına inmiştik bile. Bunları düşünürken karşı koymadığımı ve beni sürüklemekte olduğu yere sanki beraber el ele gidiyormuş gibi bir görüntü sergilediğimizi fark ettim ve yeniden tepki vermeye çalıştım. Bu sefer kolumu daha fazla sıktı ve ağzımdan istemsizce acı dolu bir inleme çıktı. Ne yaptığını yeni fark etmiş olacak ki aniden durdu ve elini tuttuğu yere baktı. Işıklandırma loştu ama yine de sıktığı yerin kızardığı hatta morarmaya başladığı açık bir biçimde fark ediliyordu, acısı da cabasıydı. Ve sonra nerede olduğumuzu tekrar fark ettim. Aman Allah'ım, bodrumdaydık. Benim salak kafam ne yaptığını nasıl anlayamamıştı da adımlarım onun adımlarını takip etmişti? Ürkekçe birkaç adım geri attım ve anında bu ürkekliğime lanet ettim ama yapabileceğim pek fazla bir seçenek yoktu ki zaten birkaç adımımın sonunda sırtım duvarla birleşmişti. "Uzak dur benden" Tamamen fısıltıyla, ürkeklikle dolu bir cümle çıktı ağzımdan ama bu sefer daha güzlü olmalıydı. "Uzak dur benden yoksa bağırırım bak, atılırsın yurttan, uzak dur benden, uzak dur.! Anlıyor musun? Nefret ediyorum senden" Hıçkırıklarımın arasından yüksek sesle çıkan bir cümle ve ardından akan birkaç damla göz yaşı. "Lütfen, yemin ederim bir daha bir şey demem, yemin ederim ama ne olur bana bir şey yapma ne olursun." Korkak! Korkak dedim içimden kendime. Acınası! Ayaklarına da kapan istersen. "Güzelim, yapma böyle ne olur, hadi lütfen. Bak ben sana bir şey yapmayacağım" Ağzından çıkan cümlelerle yaptığı hareketler çelişiyor, üzerime gelip beni kapana kıstırmaya devam ediyordu. İyice yaklaşmıştı ve ben artık ne yapabileceğinin ve hiçbir şey yapamayacağımın farkındaydım. İçimden gelen bir güçle kasıklarına bir tekme attım ama anında kolumu yakaladı sanki bu hareketimi bekliyormuşçasına. Acısını büyük bir açıklıkla yaşıyordu fakat kolumu bırakmamakta ısrarcıydı acısı biraz daha azaldığında iki büklüm halinden birden dimdik haline geri döndü ve işte o an gözlerindeki nefreti gördüm. Saf kin ve nefret. Ve en nefret ettiğim şeylerden biri gerçekleşiyordu ben onu karşısında tekrar çaresiz kalıyordum.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Eveeeet, yeni bir bölüm daha geldi :) umarım beğenirsiniz iyi geceler iiyi okumalar oy ve yorumlarınızıeksik etmeyin lütfen :) (multi: doruk)

Geçmişin KırıntılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin