Gözlerimi zar zor açabildim. Bir sandalyede oturuyodum. Başım ağrıyodu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama ellerimin ve ayaklarımın bağlı olduğunu farkettim. Aklımdan tek bir söz geçti: ha siktir.
Odayı kendine bile hayrı olmayan bir lamba aydınlatıyodu. Odanın tepesinde hafif hafif sallanan sadece odadakileri seçmeye yarayan bi lamba. Sanırım küçük bi kulübedeydim. Kulübenin rastgele dizilmiş taş duvarları vardı. İçerisi iğrenç kokuyodu. Oturduğum sandalyenin hemen yanında bi masa vardı. Tahtadan yapılmış bir masa... Üzerinde sadece küçük bi bıçak vardı.
Duvarları incelemeye başladım. Birkaç tane fotoğraf vardı. Bi tanesinde elinde av tüfeğiyle uzaklara nişan alan bi adam vardı. Bir diğerinde tüfeğiyle geyiğin yanına oturmuş yine aynı adam vardı. Kafamı biraz daha çevirdim. Bana en uzak olan duvarda bi raf vardı. Üzerinde dee... Kafa... Sırasıyla geyik, at ve ayı kafası vardı. Yanında ise bir kafalık boş yer vardı. Hayvanların altında isimler yazıyodu. Boş olan yerin altında da bir isim yazıyodu ama neler yazılı olduğunu seçemiyodum.
Pınar. Olamaz. Yazıya biraz daha odaklandığımds Pınar yazdığını farkettim. B-b-bu benim adımdı. İçimde zaten yükselmiş olan adrenalin tavan yaptı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ellerimi çözmeye çalıştım ama hem sıkı bağlanmıştı hem de benim gücüm kalmamıştı. Ayaklarım desem onları hissetmiyodum bile.İmdaaaaaat! O kadar güçsüzdüm ki bağıramıyordum. Sesimi kendim bile zor duyuyordum. Derin bi nefes alıp tekrar bağırmayı denedim. İmdaaaaaat! Sesim odanın içinde yankılanmaya başladı.
Birden kapı açıldı. Boğuk bir ses:
-Oooo Günaydın Pınar hanım. Nasıl keyifler yerinde mi? Uyandığında burada olamadığım için özür dilerim.
Dilim tutulmuştu. Ağzımı açamıyordum. Sonunda birkaç kelime döküldü dilimden:
-S-s-sen de kimsin?
-Kusura bakma kendimi tanıtmadım. Ben Bektaş.
-Beni nerden tanıyosun? Ve de en önemlisi niye burdayıım??
-Birinci sorunun cevabı seni tanımıyorum. İkinci cevabım ise şans.
-Şans mı ? Nasıl ya ne demek oluyo bu??
-Önceleri sadece hayvan avlardım. Şimdi ise içimdeki öldürme dürtüsü gittikçe arttı. Ben de şehire inip ilk gördüğüm zayıf ve güçsüz insanı yani seni alıp getirdim. Şans bu oluyo işte.
Ağlamaya başladım.
-Lütfen beni öldürme. Ben daha çok küçüğüm. Daha hayatta hiçbir şey yaşamadım. Lütfen lütfen lütfen...
Gözyaşlarım sel olmuştu.
Yanıma doğru yaklaştı. Loş ışığın altında yüzünü yavaş yavaş seçebilmeye başladım. Hiç de öyle insan öldürebilecek bi tipi yoktu.
Ellerimi ve ayaklarımı çözdü.
-Gidebilirsin ama 1 dk süren var.
Hemen doğrulmaya çalıştım ancak ayaklarım sanki bana bağlı değil gibiydi. Kalkmaya çalıştığım gibi yere düştüm. Yerler cam kırıklarıyla doluydu. Ellerim ve dizlerim çok kötü kesilmişti. Emekleyerek kaçmayı düşündüm ancak her hareketimde kesikler daha da artacaktı. Öylece kalakaldım.
-Aa demek gitmek istemiyorsun. Sen bilirsin.
Koltuk altlarımdan tutarak beni kaldırdı ve tekrar sandalyeye oturttu.
-Yıllardır bunu planlıyordum. Gerçekleştirebileceğimi hiç düşünmemiştim ama hepsi gerçek olucak.
Sürekli gülümsüyordu. Ben ise ağlamayı bırakmıştım. Cam kırıklarının üzerindeki kanıma bakıyordum. Biraz sonra daha fazlası çıkacaktı benden.
Katilin ağzından
Yıllarca içimde biriken öfke ve nefret beni bu duruma getirdi. Onun o çaresizliğini görmek insana kendini çok iyi hissettiriyordu. Daha fazla dayanamayacaktım. Artık başlamalıydım.
Masanın üzerinde duran küçük bıçağı aldım. Tırnaklarının başladığı yeri yavaşça kesiyordum. Kesmeye başlamadan yüzüne takındığı o korku dolu ifade yerini kesik kesik çığlıklara bırakmıştı. Baş parmak, işaret parmağı derken hepsini kestim.
Diğer odaya geçtim ve dolaptan alet çantamı aldım. Pınar'ın yanına tekrar geldiğimde parmak uçları kandan gözükmüyordu.
Alet çantamdan kerpeteni çıkardım. Tırnaklarını tek tek sökmeye başladım. Her çekişte çığlıkları bütün ormanı inletiyordu. Bi süre sonra bağırmamaya başladı. Çünkü bayılmıştı. Yüzüne buz gibi su çarptım. Geri uyandı. Bu günün hiç bir saniyesini kaçırmasını istemiyordum.
Tırnak sökme işlemi bittiğinde bağıracak sesi kalmamış gibi hissetmeye başlamıştım. Alet çantamdan en keskin bıçağımı aldım. Pınar'ın koluna dayadım bıçağı ve hafifçe derisini yüzmeye başladım. Bileğe pek yaklaşmadan kolunun üst kısmını yüzdüm. Artık tepki vermiyordu. Ya alışmıştı ya da acıdan şoka girmişti. İkinci ihtimal daha yüksek gibi geldi bana. Diğer kolunu da yüzdükten sonra tekrar gözleri kapandı. Bir kez daha su çarptım yüzüne fakat gözleri açılmadı. Bir çok kez tekrarladım ama gözünü açmıyordu.
Nabzı atmıyordu. Bu kadar çabuk ölmemeliydi. Daha henüz asıl kısımlara gelmemiştim. Şimdi başka birisini bulmam lazımdı. Pınar'ın kafasını kestim, temizledim ve diğer hayvan kafalarının yanındaki boş yere koydum. Biraz dinlenmeliydim. Ardından tekrar şehire inecektim.