Çok güzel bir uykunun ardından gözlerimi kolaylıkla açtım. Kendimi çok dinç ve yenilenmiş hissediyordum. Öldürdüğüm ilk kişide hiçbir sorunla karşılaşmamıştım-çabuk ölmesi dışında-. Kendimi artık olduğumdan daha güçlü görüyordum.
Duşa girdim. Güzelce yıkandım ve temiz kıyafetler giydim. Daha önce arkadaşımdan aldığım tavsiyeyi-popo eti çok güzel oluyo- gerçekleştirme şansım vardı. Pınar'ın başsız bedeni hala aynı sandalyede oturuyordu.
Cesedi dışarı çıkardım ve üst bedeni ayırdım. Geriye sadece kalçası ve bacakları kalmıştı. Bacaklardan da kurtulduktan sonra artık pişirilmeye hazır hale gelmişti.
İçeri girdim ve ateşi yaktım. Ateş hazır olduktan sonra da eti yerleştirdim. Çok pişmemesi gerekiyordu ancak çiğ de olmamalıydı. Orta ayarı tutturmaya çalıştım. Bu sırada da sofrayı hazırladım. Gerçi kahvaltıda daha önce hiç et yememiştim. Bu yüzden yanına başka bir şey koymamaya karar verdim. Sabah sabah çok ağır olurdu çünkü. Hazır olduğunu hissettiğim anda eti ateşten aldım.
Etin tadı gerçekten de çok güzeldi. Kahvaltıdan sonra Chevrolet S10 arabama bindim ve şehrin yolunu tuttum.
Şehir çok eski bir yerdi. İnsanların maddi durumu zayıftı ve zar zor geçiniyorlardı. Bu nedenle buradaki insanlar kimsenin umrunda değildi. Burdakileri kaçırma sebebim de tam olarak bu.
Arabamı şehrin en sessiz köşesine çektim ve beklemeye başladım. Elimde hayvanları bayıltmak için kullanılan şırıngadan vardı.
Uzun bir bekleyişin ardından 18-20 yaşlarında bir kız köşeyi döndü. Tam da benim aradığım bir insan modeliydi; zayıf ve küçük.
Arabamın yanından geçene kadar bekledim. Tam kapımın yanından geçtiği anda kapıyı açtım ve şırıngayı boynuna sapladım. Kimse görmeden hemen yan koltuğa oturtturdum ve arabayı çalıştırdım.
Dağlık yollardan geçtikten sonra sonunda kulübeme ulaşmıştım. Bugün de kendimi rahatlatacak birini bulmuştum.
Bunu sandalyeye değil yatağa bağladım. Ocağa çayı koydum ve ayılmasını beklemeye başladım.
Bir şey unutmuştum. Bu kızın adı neydi? Onu kaçırdığım sırada yanında bulunan çantasını karıştırdım ve içinden bir kimlik buldum: Yağmur.
Çay hazır olmuştu fakat Yağmur hala uyanmamıştı. Çaydanlığı ocaktan aldım ve Yağmour'un elinin üstüne hafifçe koydum. Bir anda sıçrayarak uyandı.
"Nerdeyim ben? Noluyo burda?"
"Benim yanımdasın. Dur kendimi tanıtmama izin ver. Ben senin müstakbel işkencecinim."
Tam ağzını açıcaktı ki elimle kapattım.
"Sakın neden ben diye falan sorma çünkü bir sebebi yok."
Tekrar mutfağa geçtim. 2 tane bardak çıkarttım dolaptan ve çayları doldurdum. Ben çayları koyarken Yağmur da içerden küfürler sayıyordu.
"Al bak sana da çay getirdim. Kimse böyle bir iyilik yapmaz bak değerini bil."
"İstemiyorum senin çayını." diye çemkirdi.
"Bak emin misin ölmeden önce son keyif çayın. Hem içmek istersen ellerini de çözeceğim."
"T-tamam, olur." dedi. Bu sefer sesi kedi gibi çıkıyordu.
Ellerini çözdüm ve bardağı uzattım. Bardağı eline aldığı gibi çayı yüzüme doğru fırlattı. Kaçmaya çalıştım fakat başarılı olamadım. Böyle bir tepkiyi düşünememiş olmam tamamen benim aptallığımdı.
