Adım Eylül ve bu benim yolculuğum.
Hikayeye başlayabileceğim bir çok nokta var. Akdeniz kıyılarında büyüdüğüm Antalya'dan başlayabilirim. Yedi yaşımdayken annemin öldüğü veya on üç yaşımdayken babamın teknemizde boğulduğu günlerden başlayabilirim. Ama sanırım ben hikayeme doğduğum yerden uzak, İstanbuldan başlayacağım. Annemden sonra babamın da ölümüyle İstanbula teyzemin yanına taşındım. Maddi durumları oldukça iyiydi hatta beni özel üniversitede okutuyorlardı. Onların yüzünü kara çıkarmamak için derslerime düzenli bir şekilde çalışıyordum. Sabahları ise okula gitmeden önce mutlaka yürüyüş yapardım. O gün yine evin yaklaşık yüz-yüz elli metre ilerisinde sahil kenarında yürüyüşümü yapıyordum. Deniz o kadar güzel görünüyordu ki buna kulaklığımdaki en sevdiğim şarkının eşlik etmesi de bana ayrı bir huzur veriyordu. Yürüyüş kordonunun sonuna geldiğimde bağcıklarımın çözüldüğünü farkedip eğildim. Tam o sırada sarjım bitmişti ve müzik birden durdu. O anda dışarıdaki tüm seslerin kulağıma dolduğunu hissettim. Yoldan geçen arabalar ve onların korna sesleri beni çileden çıkarsa da dalgaların kayalara çarpışı yumuşak ve kulağa oldukça hoş geliyordu. Ancak hemen arkasında durduğum banktaki oturan üç kişi bu güzel sesi mahvetmeye yetiyordu. Olabildiğince bağırarak konuşuyolardı. Hızla bağcıklarımı bağlayıp ordan hemen uzaklaşmayı düşündüm.
Yahu neden bağırıyorsunuz ki!
Bağcıklarımı bağladıktan sonra ayağa kalkıp onlara baktım. En sağdaki, diğer uçtakini dürttü
"Yaa senin şu kardeşin Ayça yok mu onu bana yapsana" diyerek haykırdı.
Uçtakiyse ona saldıracakken ortada duran çocuk onu tuttu. Kafamı iki yana sallayıp gözlerimi devirdim. Eve geri dönmek için bankın önünden geçip geri yürümem gerekiyordu ancak tam geçerken biri ıslık çaldı ve ardından bağırdı
"Hepsi senin mi be yavrum"
O an kan beynime sıçradı. Normalde olsa aldırmadan devam ederdim ama aklıma gelen bir fikirle geri döndüm ve onların tam önünde durdum. Meydan okurcasına bakıyordum şimdi onlara:
"Pardon?"
En uçtaki saldırgan olan tip hemen öne atıldı:
"Diyorum ki analar neler doğuruyo"
Gözlerimi devirdim. Tipleri apaçiye benzemiyordu. Benimle kafa buldukları barizdi. Ama ben de az değilim tabi:
"Sen milletin karısına kızına laf atmaya utanmıyor musun? Bu nasıl bir genişlik""Bizde ortam böyle gülüm" diyerek oturduğu yere iyice yayıldı. İşte oltaya gelmişti. Şimdi sıra bende
"Bi saniye ya sen Ayçanın abisi değil misin ?"
Afallayarak kaşlarını çattı:
"E-evet""Madem o kadar genişsin geçen gün kardeşinin parkta bir erkekle öpüştüğünü söylememde bir sakınca görmüyorum. Şimdi sen o erkeği bulup aferin de dersin değil mi ?"
Dedim ve arkamı dönüp uzaklaşmaya başladım. Arkamdan onun bağırışlarını ve onu sakinleştirmeye çalıştıklarını duyabiliyordum. Bir kaç saniye sonra omzumda bir el hissedip döndüm. Bu ortadaki çocuktu. Arkaya baktığımda ise bana sinirle bakan bir çift göz ve onu zorla tutan diğer çocuğu gördüm. Tekrar önümde duran çocuğa odaklandım ve bir kaç saniye anlamsız bakıştık. Ben ne var dercesine bakıyordum sadece."Bak onun adına senden özür dilerim, ben Ayçanın kuzeniyim. Onu kiminle gördüğünü bana söyleyebilir misin"
"Ben Ayça diye birini tanımıyorum"
"Şakanın sırası değil" dediğinde iyice sinirlendim.
"Bak ben Ayça diye birini cidden tanımıyorum. Sadece az önce bağcıklarımı bağlarken, bağırarak konuştukları için kulak misafiri olmuştum. Bana laf atınca da onu sinir etmek istedim sadece"
Dediğimde gülümsedi ve bana hayran hayran bakmaya başladı.
"Şu ana kadar gördüğüm en zeki kızsın galiba. Bak ne diyeceğim bana numaranı verirsen seninle iyi vakit geçirebiliriz. Bu arada ben Rüzgar" diyerek elini uzatıp gülümsedi.
Çocuk kumral ve keskin yüz hatlarına sahipti. Gözleri açık kahveydi ve şuan içi parlıyordu. Hayatım boyunca saf insanlardan nefret etmişimdir. Birini sınamadan hayatta numaramı vermem ve şimdi onun sınav vakti gelmişti. Elini sıkıp aklıma ilk gelen ismi söyleyiverdim:"Ben de Selin. Tanımadığım insanlara da numaramı vermiyorum" dedim net bir şekilde.
"O zaman seninle bi yerlere gidip konuşalım hem tanışmış oluruz" ilk yemi yutmuştu. Sıra ikincide:
"Peki o zaman arkadaşlarına haber ver ben seni burada bekliyorum" dedim.
"Onlara bir şey söylememe gerek yok"
"Demek arkadaşlarına önem vermiyorsun" diyip onu baştan aşağı süzdüm "unut gitsin" diyip tam arkamı dönmüştüm ki bir kaç saniye sonra arkamdan seslendi:
"Peki senin dediğin olsun Eylül" dedi adımı vurgulayarak.
Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Arkamı döndüğümde elinde öğrenci akbilimi tutuyordu. Dönerken belime bağlı ceketimin cebinden görüp almış olmalıydı. Zeki çocuk. Şimdiden artı bir puan almıştı bile. Ama sınav daha bitmemişti elbette. Elinden akbilimi aldım.
"Hadi git söyle arkadaşlarına sebi bekliyorum" dedim. Anında dönüp onlara doğru gitti. Şimdi de ne kadar saf olduğunu düşünüyordum. Arkadaşlarının yanına giderken benim parkın içine girdiğimi farketmemişti bile. Şimdiyse bir ağacın arkasından onu izliyordum. Bir süre sonra sırıtarak benim durmam gereken yeri işaret etti ama orda kimse olmayınca arkadaşları haykırarak gülmeye başladılar. Tabi ben de güldüm içimden. Saf çocuk.
***
Ertesi gün sabah yine yürüyüş yolumu tutmuştum bile. Bu sefer telefonumu güzelce sarj etmiştim tabii ki. Bugün hava oldukça açık görünüyordu. Denizin, güneşin ilk ışıklarıyla parlayışı her gün için bana enerji depoluyordu sanki. Gözlerimi denizden almama neden olan şeyse kordonun sonundaki kalabalıktı. Ben daha da yaklaşınca daire olan kalabalık birden açıldı ve ortalarındaki çiçeklerle süslenmiş masayı gün yüzüne çıkardılar. Ve masanın öbür ucunda beni bekleyen tabi ki Rüzgardı. Bugün iyi günümdeydim. Onu kıramayacaktım galiba. Gülümsedim ve herkesin ortasındaki masanın diğer ucuna oturdum. Az önce acila5n kalabalık şimdi tekrar daire oluşturmuştu. Etrafımızda bulunan insanlara baktığımda ellerindeki EYLÜL yazılı kartonları yeni farketmiştim. Ardından Rüzgara odaklandım. Hala gülüyordum. O da bana gülümsedi ve masaya biraz daha yaklaştı:"İnsanların zekasını duygularıyla oynayarak ölçemezsin küçük hanım"
Dedi. Sesi sonlara doğru daha sinirli çıkmıştı ve yüzündeki gülücük aniden silinivermişti. Birden masadaki çiçeklerden birini yüzüme fırlatıp kalktı ve gitti. Etrafımdaki insanlar bana gülmeye başladılar.
Ben bu tuzağa nasıl düştüm.
Bu çocuk saf falan değildi. Sinirle ayağa kalktım ve ona doğru ilerlemeye başladım. Arkamdaki insanlar hala bana gülüyordu ama uzaklaştıkça sesleri daha da azalıyordu. Sonunda ona daha da yaklaşıp kolundan tuttum. Gözlerimin sinirle parladığına emindim. Çünkü o da bana öyle bakıyordu. Kolundan tutmamla bana döndü :
"Ne var"
Bir kaç saniye bakıştıktan sonra ona daha da yaklaşıp gülümsedim.
"Hala numaramı istiyor musun?"