Havaalanına vardıklarında uçagın kalkma saati geçmişti; ama Aden umudunu kaybetmeyip görevliye dogru koştu.
"Merhaba. Saat 8'deki Londra uçagı kalktı mı acaba?" dedi, nefes nefese kalmış bir şekilde.
"Hemen bakayım efendim." dedi görevli, bilgisayara dogru yönelerek.
Görevli sakin bir şekilde bilgisayarda bir iki sayfaya baktıktan sonra,
"Hayır, kalkmamış. Uçaktaki bazı nedenlerden dolayı 20 dakika rötar olmuş. Yani saat 8.20'de kalkacak. Siz o uçagın yolcusu musunuz?"
"A, evet evet. O uçagın yolcusuyum." dedi ve bileti görevliye uzattı Aden.
Görevli, gerekli işlemleri yaptıktan sonra uçagın 5 dakika içinde kalkacagını söyledi Aden'e.
Aden bavulunu alıp Jasmine'le birlikte bekleme koltuklarına oturdu.
"İnanamıyorum Jasmine. Uçak rötar yapmış. Yani birkaç saat sonra Londra'da olmuş olacagım!"
"Yes baby yes! Ben de senin adına çok mutluyum; ama bir yandan da üzgünüm. En iyi arkadaşımı yurt dışına gönderiyorum ve artık ayrılıyoruz. Sana çok alışmıştım baby."
"Ah, üzülme Jasmine'im. Üzülme. Kendimi toparlamam için böyle bir şey şarttı ve ben de bunu yerine getiriyorum. Hem, sen yazları Londra'ya ailenin yanına geliyorsun. O zaman hep görüşürüz. Sen bana, ben sana o yıl içerisinde neler yaşadıgımızı uzun uzun anlatırız." dedi Aden, Jasmine'e sarılarak.
Jasmine kafasını Aden'in omzundan kaldırdı ve üzüntüyle,
"Haklısın, ama asla..."
Bir an duraksadı. Aden ile havaalanının içerisinde yapılan anonsu dikkatle dinledi.
"Jasmine, uçagım kalkıyor. Gitmem lazım. Üzülme lütfen. Seni çok sevdigimi de unutma. Kendine iyi bak." dedi ve ayaga kalkıp Jasmine'e sarıldıktan sonra, hızla kapıya dogru ilerledi Aden.
**
Artık Londra'daydı. Hayatında ilk kez uçak yolculugu yapıp, ilk kez yurt dışına çıkmıştı. Bu duyguyu tattıgı için çok mutluydu. En büyük hayallerinden birisiydi uçaktaki cam kenarına oturup, herhangi bir şehire uçmak. O camdan gökyüzünü izlemek ona huzur verecekti, biliyordu. Çünkü bu zamana kadar sahiplendigi tek şey gökyüzüydü. Gökyüzündeki sürekli hareket halindeki bulutlar, gündogumu, günbatımı, yagmur, kar... Gökle ilgili her şeyi seviyordu Aden. Yine de uçaktayken pek huzurlu degildi. Çünkü küçüklükten beri hayal ettigi uçak yolculugunda, ailesiyle beraberdi. Hayalinde kardeşi yan koltugunda oturuyordu. Ablasıyla cam kenarına geçmek için tartışıyordu. Annesi ise Aden'in gökyüzüne olan sevgisini anlatıp, oglunu yatıştırmaya çalışıyordu; ama maalesef Aden'in hayali gerçekleşmemişti. Yan koltugunda kardeşi degil, mavi gömlekli ve göbekli bir amca oturuyordu. Aden tek başına yolculuk etmişti. Bu hayatta artık tek tabancaydı. Başının çaresine bakmalıydı.
Koca şehirde, agır bavulunu zorla sürükleyerek yolunun üstündeki küçük bir kafeye girdi. Etrafa göz atıp boş bir masa buldu ve bavuluyla beraber masaya dogru ilerledi. Sandalyeyi çekip oturdu. Aden'in oturdugunu gören garson, yanına geldi.
"Welcome. What would you want?" *Hoşgeldiniz. Ne istersiniz?*
"..."
"?"
"Şey, ben ingilizce bilmiyorum ama."
"I'm sorry. I don't understand." *Üzgünüm. Anlamıyorum.*
Aden Londra'ya gelir gelmez zorlanmaya başlamıştı. Yeteri kadar ingilizcesi yoktu ve ne yapacagını bilmiyordu. Garsona, derdini anlatacak kadar ingilizce konuşarak sipariş verdi. Yaklaşık 2 dakika sonra siparişi geldi. Bir kahve ve bir tabak yemek istemişti. Yemegini yedikten sonra hesabı istedi Aden. Türk Lira'sının geçip geçmeyecegini merak ediyordu. Elinde hesap fişiyle garson geldi ve fişi Aden'e verdi. Aden, garsonun elinden fişi sabırsızlıkla alıp, yedigi yemeklerin tutarına baktı ve şaşırdı. Çünkü şansı yaver gitmişti. Kafede Türk Lirası geçiyordu. Hesabı ödeyip kafeden dışarı çıktı. Dışarıda yagmur başlamıştı. Hem yagmurdan kaçmak, hem de ucuza kalabilecegi bir pansiyonun olup olmadıgını sormak adına kafeye tekrar girdi. Çat pat ingilizcesiyle, kalabilecegi ucuz yerleri sordu. Alt sokakta ucuz ve küçük bir pansiyon oldugunu ögrendi. Buna çok sevindi, çünkü büyük ihtimalle şimdiden kalacagı yeri bulmuştu. Kafeden dışarı çıkıp alt sokaga dogru yürümeye başladı. Yagmur dinmişti; ama yerler hala ıslaktı. Alt sokaga inmek için köşeden sola dogru döndü ve bir yokuş oldugunu gördü. Yokuş aşagı inerken bavulu taşımakta epey zorlandı; ama bunun da üstesinden gelmeyi başardı. Pansiyonun oldugu sokakta sagdaki ve soldaki binalara bakarak giden Aden, sonunda pansiyonu bulabildi. Burası 2 katlı, küçük bir pansiyondu. Pansiyon beyaz renge boyanmıştı ve önünde kocaman 2 tane agaç vardı. Yeri çok huzurlu görünüyordu. Aden biraz daha ilerlerdi ve pansiyonun kapısında pansiyonla ilgili bilgiler yazdıgını gördü.. Günlügü 30 dolar olan pansiyonda, 2 oda vardı. Odalar wifi, tuvalet-banyo ve mini bir mutfaga sahipti. Aden şimdilik tam istedigi gibi bir pansiyon bulmuştu. Hemen pansiyonun ziline bastı ve -genellikle heyecanlandıgında yaptıgı- bacagını sallama tikini yaparak, kapının açılmasını beklemeye başladı. Kapı, küt saçlı, pembe bluzlu ve yarım etekli yaşlı bir teyze tarafından açıldı. Gülümseyerek,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADEN
Teen FictionArtık kimsesiz kalmıştı. Bu şehirden bir önce ayrılıp kurtulması gerekiyordu. Kararını vermişti. Bütün eşyalarını satıp, Londra'da yaşayacaktı. Orada kendi düzenini kurup, artık rahat bir yaşam sürecekti. Ama Londra'da olacak olan olaylardan habersi...