New Family

863 36 21
                                    

KELSEY

Avustralya, Melbourne.
Uçaktan inip valizlerimizi aldık ve dışarı çıkıp, bizi bekleyen şoför ile buluştuk. Babamın eski iş yerinden tanıdığıymış, blah blah blah,.

Babam kumral saçlı garip tipli adamla konuşurken hiçbir şey demedim. Sadece yüzüne ruhsuzca bakıyordum.

Sohbetleri uzadı ve ben de dışarıda bekleyerek donmaktan ölmemek için şu adamın arabasına bindim ve içeride bekledim. Henüz Guns N Roses'dan Axl Rose'u AC/DC ile sahnede görmemiştim! Donarak ölmek için gençtim.

"945 Jackson Caddesi." diyerek tarif etti babam. Pekala, sessizliğini koru Kels. Sakin ol Kels. İşin iyi taraflarına bak, Kels.

Telefonumun uçak modunu kapattım ve babamdan gizlice, biriktirdiğim parayla, kendime yeni paket yaptırdığım için mutluydum. Hücreselimi açtım ve Kanada'da bıraktığım arkadaşlarıma mesaj attım. Gülümsedim. Şuan bile komik mesajlarıyla benim keyfimi yerine getirebiliyorlardı.
Tanrı'ya bir kez daha şükrettim, bana böyle arkadaşlar verdiği için.

Babam, "İyi günler, Bay Gaskarth." diyerek arabadan indi.
Kafamı kaldırıp camdan baktım. Büyük, beyaz ahşap bir müstakil evin önünde durmuştuk. Umrumda değildi. Bunu büyütmeyecektim. Arabadan valizlerimle indim ve babamdan önce davranıp kapıyı çaldım.

Kapıyı, çekik gözlü, tatlı bir kadın açtı. Gülümsedim. Sanırım yapmam gereken şey de buydu. Kadın da aynı şekilde bana karşılık verdi ve arkamda duran babamı görünce, "Hoşgeldiniz!" dedi, ve sesi neşeli çıkmıştı.
"Hadi, içeri gelin." babam, kadın bunu söylerken çoktan eşyaları içeri almıştı ve içeri geçmişti.
Pekala, biraz oyalanmak için güzel zaman. 
Spor ayakkabılarımın bağcıklarını bilerek düğüm yaptım ve onları açmak için uğraştım. Kadın, uzun süreceğini anlamış olmalı ki, "Kelsey, baban ile bahçede olacağım, tatlım," Ona baktım. "Bir şey olursa seslenmen yeterli." dedi ve başımdan gitti.

Sonunda, bağcıklarım ile işim bittiğinde ayağa kalktım ve bahçeye gitmek yerine evde biraz turladım. Büyük bir evleri vardı. Baya da güzeldi. Salona gelince durdum ve eşyaları inceledim. Karşımda büyük, beyaz, mükemmel bir kuyruklu piyano duruyordu. Koltuğuna oturdum ve notalarını ezbere bildiğim Moonlight Sonata'nın bir kısmını çalmayı denedim. Benim de bir piyanom vardı, yaklaşık 10 yıl çalıyordum. Piyanoyla ilgilenirken şu ilk gördüğüm kadın yanıma geldi ve bana, benim olacak odayı göstereceğini ve onunla gelmem gerektiğini söyledi.

Evin çatı katına, en üst kata çıktık. Burda playstation odası, ve iki tane ekstra oda daha vardı. Biri doluydu, yani öyleyse diğeri de bana ayrılan oda olmalıydı. Kadın da bana zaten tahmin ettiğim odayı gösterdi.  Oda duvarları siyahla boyanmıştı; birkaç grup ve biraz da Bob Marley posterleriyle doluydu. Duvarda bir tane klasik gitar asılıydı. Çalışma masasının üstünde nota kağıtları dağınık bir şekilde duruyordu. Yatak olarak büyük, yüksek, çift kişilik bir yatak vardı. Sırt çantamdan kitaplarımı çıkardım ve rafta boş olan yerlere kitaplarımı yerleştirirken, o kadına, yardımları falan için teşekkür ettim ve daha sonrasında, hiç önemli olmadığını söyleyip, yanımdan gitti.

Kapısı aralıklı olan odadan bass gitar ve vurma sesleri geliyordu. Muhtemelen elektronik bateriydi. Odanın kapısını bile tıklatmadan içeri daldım.

"Merhaba ben bass sesi duyunca mera-" diye başladım ve durdum. Devamını getirmedim. Odada iki tane genç görmek beklediğim bir şey değildi.
Hem de birinin üstünde bir tişört bile yoktu.

"Selam," Esmer olan elindeki gitarı bıraktı ve kıkırdadı. "Vivienne sensin diye var sayıyorum."

"Kelsey," dedim. "O ismi sevmiyorum." Tahmin ettiğim gibi elektronik baterinin başında oturan çoçuğa baktım daha sonra.

"Sanırım bir şeyler böldüm ama kim olduğunuzu soracaktım ve ah," Bir an durdum.
"Thomas hanginiz?"

Kumral, kıvırcık olan diye düşündüğüm için ona bakıyordum. Bunu fark etti ki, "Ben Ashton." dedi.
Esmer olanı işaret etti. "O, Calum Thomas."

Calum, veya Thomas, gülümsedi. "Evet ben nam-ı diğer mükemmel ağabeyin. Annemle tanıştın mı?"

"Hayır. Evet. Yani kısmen." dedim ve omuz silktim.

Calum gülümsedi ve kendi kendine güldü. "Anlamadım,ama pekala."

"Güzel gitar." dedim. Fender markaydı. Roger Waters serisinden gibi görünüyordu.

Ashton bagetlerini bıraktı. "Çalıyor musun?" dedi Ash.

"Hayır ama her zaman çalmak istediğim bir şey. Güzel çalıyorsunuz. Ben odama döneyim."

Calum, koltuğun üstüne muhtemelen fırlattığı, tişörtünü aldı ve giydi. Ah, giymese de rahatsız olmazdım. Vücudu güzeldi. Dövmeleri, teninin üstünde çok güzel duruyordu. Yanık teni onu daha da güzel yapıyordu. Koyu kahverengi saçları dağılmıştı ve  elleriyle onları yatıştırdı.

"Odan mı? Hangisini gösterdi annem? Umarın yakın bir odadır." dedi ve arkadaşı Ashton'a baktı. Ashton kıkırdadı.

"Evet?" dedim. "Yan oda?"

Calum, Ashton ve ben bir kaç saat konuştuk. Bana kendilerini tanıttılar. Ben de yapabildiğim kadarıyla onlarla konuştum. Bana verilen oda Calum'ın eskiden kullandığı odasıymış. Ama posterlerini sevdiği için çıkarmak istememiş. Eh, haklı. Posterler gerçekten güzeldi. Nota kağıtlarını sordum, o odada ilham geliyormuş ve yazdığı şarkıların çoğunu orda yazmış. Müzik ile çok, çok fazla ilgileniyormuş hatta Ashton ve iki arkadaşıyla daha beraber kurdukları küçük bir grupları bile varmış. Haftanın bazı günleri barlarda çalıyorlarmış...

"Odama gideceğim, tanıştığıma sevindim." dedim ve Calum'ın odasından, yani daha çok müzik odasına benzeyen odadan çıktım. Buraya gelirken yolculuk yorucu geçmişti ve uykuya ihtiyacım vardı.

Step Brother //Hood Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin