Üstümü değiştirip yemek yemeye indim. Hacer ablamın yanağına bir öpücük kondurduktan sonra yemek masasına oturdum.
Yemeğimi yedikten sonra odama çıktım. Bugün okulda biraz yorucu bir gün geçirdiğim için biraz uyumaya karar verdim ve yatağa uzandım.
Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Ben cidden bu saate kadar uyumuş muydum yani?! İnanamıyorum! Hemen kalktım ve banyoya girdim. Banyodan çıktıktan sonra telefonumu kontrol ettim. Bizimkilerden ve Ege'den bir sürü cevapsız arama vardı. Umursamadım. Çünkü bu kadar çok arayan kişilerin tekrar arayacağını biliyordum.
Üzerimi değiştirdikten sonra bir şeyler atıştırmak için mutfağa indim. Buzdolabını açtım. Yiyecek bir şeyler kalmamıştı ve ben de markete gidip alışveriş yapmaya karar verdim. Tam çıkmak için kapıyı açtığımda karşımda Hacer ablayı gördüm. "Nereye böyle küçük hanım?" dedi gülümseyerek. Bense şaşkın bir şekilde bir Hacer ablaya bir de elindeki poşetlere bakıyordum. "Öyle aval aval bakacağına al şu poşetleri de mutfağa götür. Hadi kuzum" "Ş-şey ben de tam olarak markete gitmeye karar vermiştim Hacer abla. Seni böyle bir anda karşımda görünce şaşırdım doğal olarak. Kusura bakma" ilk başta ne dediğimi anlamamış gibi baksa da sonrasında hemen kahkahalarla gülmeye başladı. "Ah Mira'm benim. Şaşkın kızım. Hem, ayrıca ne demek o öyle kusura bakma falan demeler? Hayırdır? Neyse sende bu aralar birşeyler var da. Hadi gene bişey demiyim." Poşettekileri yerleştirdikten sonra bana döndü. "Anlatmak istersen dinlerim tatlım." Gülümseyerek "Yok, hayır. Birşeyim yok. İyiyim ben Hacer abla. Müsaadenle ben biraz hava almaya çıkıyorum."
Sitenin içinde biraz tur attıktan sonra eve doğru ilerlemeye başladım. Güzel bir gün olmasını umarak zile bastım. Kapıyı annem açınca şaşırdım. İçeri girip dış kapıyı da kapattıktan sonra anneme sıkıca sarıldım. Yanağına, alnına, iki kaşının ortasına kısaca annemin yüzündeki her yerini -tabi ki de dudaklar hariç- öptükten sonra kahvaltı masasındaki yerimi de aldım ve tabii ki çok acıkmış olduğum için kimseyi beklemeden kahvaltılıklara daldım. Yani bildiğin gömüldüm. Çünkü ben o derece aç bir insanım hani her ne kadar çok aşırı fit bir vücuda sahip olsam da.
Zaten ben başlarken annem de oturduğundan ve abim de genellikle mutfakta balkonun kapısına yaslanmış bir sekilde bizi beklediğinden yemeğe hep beraber başlamış sayılırız. Ağzıma son lokmamı da attıktan sonra "ben dotdum. Size afiyet olsun" diyip sofradan kalktım ve tabağımı da bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra odama çıktım.
Komidinin üstünde duran paketi açtım. İçinden uzun zamandan beri almayı çok istediğim Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomore" isimli kitabı çıktı. Edebiyat hocamız üstüne basa basa "bu kitabı alın okuyun" demişti. Ben de açıkçası çok üşendiğimden kitapçıya gidip sormamıştım bile "var mı yok mu" diye.
Kitabı açıp okumaya başladım. Kitabı okumaya başladıktan on dakika sonra odamın kapısı tıklatıldı. "Almira, annecim hadi gel ağabeyin aşağıda seni bekliyor. Seninle önemli bir konuda konuşacakmış."
"Tamam annecim. Hemen geliyorum" diyip aşağıya, salona indim. Salonun girişine geldiğimde sevdiğim bütün arkadaşlarımı salonda görünce hissettiğim duygu tam anlamıyla aşırı dozda salgılanmış mutluluk hormonlarımdı. Öyle ki mutluluktan gözlerim doldu. Mutlu ve bir o kadar da şaşkın bir şekilde salona girdim. Neredeyse tanıdığım ve sevdiğim herkes burda -Ege bile- ve ben gerçekten çok mutluyum. Neden, bilmiyorum ama Ege burda, benim yanımda olduğu için mutluyum.
En başta bizimkiler kutladı doğum günümü. Sıra Ege'ye geldiğinde içimi bir heyecan kapladı. Ben neden Ege'ye karşı böyle hissediyorum, anlamıyorum. Normalde Ege gibi olan erkekler benim için sıradan insanlar olurken neden durduk yere Ege'ye karşı böyle oluyorum? Hem de yolda yürürken bana yavşayan birine?! Belki de beni kullanıp atmayı planlıyor olabilir. Bir an önce bu çocuktan kurtulmam lazım.
Birinin bana sarılmasıyla düşüncelerimden ve bana sarılan kişiden biraz uzaklaştım. Bana sarılanın Ege oluşu bir yandan içimi rahatlatsa da onun hakkında olan şüphelerimden dolayı rahatsız olmuştum. Belli belirsiz bir şekilde "teşekkür ederim" dedikten sonra bahçeye çıktım. Ekim ayının henüz başlarında olmamıza rağmen hava biraz soğuktu. Ağır adımlarla sitenin havuzuna doğru yürümeye başladım. Bugün benim doğum günüm. Beni seven herkes evde benim pastanın mumlarını üfleyip dilek tutmamı beklerken ben burda havuzun kenarında oturmaya gidiyorum. Olacak iş mi bu?!
Havuzun başına geldiğimde istemsizce durdum. Ve birden ağlamaya basladım. Ne kadar böyle kaldım bilmiyorum. Bana -daha doğrusu belime- dolanan kollarla gerçek dünyaya geri döndüm. Kolların sahibine bakmak için kafamı kaldırdığımda Ege'yle gözlerimiz buluştu. Kalbim sanki yerinden çıkacakmışcasına hızlı bir şekilde atıyordu. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemeden onun gözlerinin içine baktım. Mavi gözleri öylesine büyüleyiciydi ki başımı döndürdü. Allah'ım bir kez daha soruyorum sana. Bir insan neden bu kadar yakışıklı olur? Hayır yani yakışıklı olunca ne oluyor ki?! Kendimi biraz olsun toparlayıp "neden buraya geldin" diye sordum.
"Seninle konuşacaklarım var. Eğer tabi izin verirsen?" Kafamı "olur" anlamında sallayıp şezlonga oturdum. Ege de karşıma oturdu. "Seni dinliyorum"
"Nasıl söylenir bilmiyorum. B-ben ilk defa bir kızın karşısında bu kadar heyecanlanıyorum. Seni ilk gördüğüm andan beri sana karşı bir şeyler hissediyorum. Ben," kafasını ilk önce biraz öne eğdi, kafasını kaldırdı gözlerimin içine bakıp sol elimi ellerinin içine aldı ve sözlerine devam etti "ben öyle uzun cümleler pek kuramam. Senin yanında kendimi iyi hissediyorum . Yanındayken mutluyum. Gökkuşağıma rengini eklemek istiyorum. Hayatıma gir istiyorum. Beni bul bana anlam kat istiyorum. karanlık rüyalarımın ışığı.. Benim olur musun?"