06.09.2015

76 7 0
                                    

Sımsıcacık, nilüfer kokan ve güneş ışıklarının bu iki güzel yüze çarptığı bir ilkbahar günüydü. Güzel kız o minik, narin ellerini kahverengi saten şortunun cebine yavaşça soktu. Beyaz saten gömleğinin tam kalbinin üstünde olan cebinde yanından ayırmadığı naneli şekeri vardı. Nedendir bilinmez asla naneli şekersiz dışarıya çıkmazdı. Onun bu karmaşık ve korkunç denebilecek seviyede olan hayatı elinden iki tane en güzel şeyini almıştı. Annesini ve babasını. Annesi güzel kızını doğururken ne yazık ki ölmüştü. Babası ise bir daha küçük kızını affetmemişti. Küçük kızının ne suçu vardı ki. Bir keresinde babasıyla buluşmaya gittiğinde küçük kızını görünce nasıl da öfkelenmişti. Sanırım onun tek suçu annesine çok benzemesiydi. Bu tek suçu onun yetimhane de büyümesine neden olmuştu ve küçük yaşta olgunlaşmasına. Kim isterdi ki çocukluğunu yaşamadan büyümek. Hayat güzel kıza hiç şans tanımamıştı. O güzel yüzü hiç gerçekten gülümsememişti. Şimdi ise kendi ayaklarının üstünde durmuş, iş sahibi olmuş genç bir kız idi. Kendi evi vardı ve yalnız yaşıyordu. Şimdi ki hedefi güzel bir araba almaktı. Rahat bir hayat yaşamak için geç sayılmazdı öyle değil mi?

Genç adam ise koyu kahverengi saçlarını yeni aldığı en pahalı şampuan ile saçlarını özenle yıkamıştı hatta tüm vücudunu. Belin de havluyla aynanın karşısında saçlarına şekil veriyordu. Belli ki bu akşam çok heyecanlı geçecekti. (Yani kızları tavlamak.) Peh, tabi ki de kızları etkilemek için süslenmesine gerek yoktu ama biraz bakımlı olmaktan ne zarar çıkardı ki? O da hayata bir adım geriden başlamıştı. Doğar doğmaz sorumluluk sahibi olan bir bebek olarak dünyaya adım atmıştı. Neredeyse koskoca bir ülkeyi yönetecek kadar büyük bir sorumlulukla. Bu yüzden hiç bir zaman bir çocuk gibi davranamamış, sanki büyük bir insanmış gibi davranılmıştı. Özel hocalar eşliğinde büyümüştü. Annesi ona el bebek gül bebek bakmıştı. Oğlu için canını bile verirdi. Aynı güzel kızın annesi gibi. Genç adam beş dakika çocuklar gibi eğlenebilmek için neler vermezdi ama artık iş işten geçmişti. Hatta nişanlanmak üzereydi. Neden bu kadar aceleciydi hayat? Bir yere kaçmıyordu ya henüz yirmi yedi yaşındaydı! Yaşayacak çok şeyi vardı. Daha doğrusu öyle hissediyordu. İçinden bir ses hayatın ona da gülümseyeceğini söylüyordu. Umarım o ses yalan söylemiyordur yoksa çok sinirlenecekti. Cidden!

ESİR-İ AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin