''Gecenin karasi" 1. Bölümü sizlerle umarım beğenirsiniz, beğenilerinizi elestirilerinizi eksik etmeyin iyi okumalar , seviliyorsunuz :D
Bu sabah her sabahtan farklıydı. Ölüm sessizliği sanki evi doldurmuştu. Her sabah annemin mutfakta çıkardığı o tok sesler artık yoktu, hem de sonsuza dek. Tuhaftı, çok tuhaf. Başımı arkaya atıp öylece kendime gelmeyi bekledim. Sabahları zor toparlanıyordum. Özellikle son bir aydır. Hala kendime gelmemiş olsam da yataktan çıkmaya karar verdim. Ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıtıp oturdum. Etraf çok dağınıktı ve her yer tozlanmıştı.
Duvarları inceledim her sabah olduğu gibi herşeyimize şahit duvarları... Duvarları incelerken karşıda duran tozlu aynadan yansımama baktım. Çok yorgun görünüyordum. Öyleydim de zaten ruhum bedenim aklım... Gözlerim şişmişti ve gözümün altında mor halkalar baş göstermişti, solgun görünüyordum. Saçlarım eski halinden daha fazla kabarıktı. Yataktan kalktığımda siyahın üzerine beyaz puantiyeleri olan terliğimin yatağımın altında sıkıştığını fark ettim. Terliklerimi çıkarmak için eğildiğimde terliğin ilerisinde eski olduğunu belli eden bir fotoğraf gördüm. Almak için elimi uzattım fakat yetişemeyeceğim kadar uzaktaydı, almak için tekrar uzandım fakat fotoğraf uzanabileceğimden fazla uzaktaydı. Banyodan süpürge almak için ayağımı süre süre banyoya girdim. Süpürgeyi aldıp çıkarken banyonun karşısında duran salona gözüm çarptı bayadır girmediğimi fark ettim. Salona doğru yöneldim ve salonun da odam kadar tozlandığını fark ettim. Yakın bir zaman içerisinde birini çağırıp evi temizletmem gerektiğini aklımın bir köşesine yazdım. Süpürge ile odama girdiğimde eğilip süpürgeyi yatağın altına uzattım ve fotoğrafı sağ tarafa doğru ittirmeye başladım bir kez daha yaptıktan sonra süpürgeyi kendime doğru çektim, gerisini ben halledebilirdim.
Yıpranmış, tozlu, eskimiş olan fotoğrafı elime alıp baktığımda 25-30 yaşlarında çok hafif kır saçlı olmasına rağmen fit görünen bir adam, kucağında pembenin en şeker tonu olan bir elbise giymiş gözleri mutluluktan ışıl ışıl parlayan elinde elma şekeri olan 2-3 yaşlarında bir kız çocuğu ve annem. Olamazdı bu çocuk ben olmazdım. Annemin fotoğrafta ne işi vardı? O adam benim babam mıydı? Baba kelimesi o kadar yabancıydı ki... Olduğum yere çöktüm kaldım, ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum. Özlem? Kırgınlık? Kızgınlık? Belki de hepsi.. Gözlerim yanmaya başladı. Ardından birkaç damla yaş yanağıma süzüldü. Ben Beril Özer ağlıyordum. Ne için ağladığımı bile bilmiyordum. İçimde kocaman bir boşluk vardı, doldurulamayacak kadar büyük. Aslında o boşluk anne ,baba sevgisiydi. Ben bunları hiç görmemiştim ki. Ne hissettirdiğini hiç bilmedim sanırım nasıl bir his olduğunu öğrenme vakti benim için gelmişti...
Sonunda kendime geldiğimde fotoğrafın arkasına bakmayı akıl ettim. Fotoğrafın arkasında pilot kalemle
''12.05.1997 Faruk'la son park gezimiz'' yazıyordu. Yazılar birbirine karışmıştı, annem bunu yazarken ağlamış olmalıydı. Annemin o an neler hissettiğini çok merak ettim. Belki hüzün? Ya da öfke? Pişmanlık?
Babam olacak o adamdan nefret mi etmeliydim yoksa beni sevebilme ihtimaline karşı bizi terk edişini bunca yıl aramayışını beni bu karanlığın içine sürüklemesini af mı etmeliydim? Babamı bulmak istiyordum, onun karşısına çıkıp onunla yüzleşmek istiyordum. Hemen aklıma bu işlerle ilgilenen çok yakın arkadaşım olan Ozan geldi. Bana sadece o yardım edebilirdi, içimi sadece ona açabilirdim. Telefonumu aramaya başladım, oda o kadar dağınıktı ki 1 ay boyunca hiç birşeye dokunmamanın cezasını çekiyordum sanırım. Yatağımın üstündeki tüm yastıkları tek tek fırlatmaya başladım odamı daha dağınık bir hale sokarken benim gözlerim her yeri telefonu görme umuduyla tarıyordu. Ve uzun bir arayıştan sonra bulmuştum, telefonun kilidini açıp rehbere girdim. O harfine gelmeden önce ''Annecim'' diye kayıtlı olan annemi gördüm içimi bir hüzün kaplasa da içimi toparlanmak zorundaydım. O harfine gelip ozanı buldum. Telefon çaldı, çaldı, çaldı fakat telefona bakmıyordu tam kapatacakken cevap verdi.