Büyük annem, bizim ailemizin biraz derinlerden geldiğinden bahsederdi. Sürekli. Süregelen Stiff ailesine adanan bir kehanet varmış. (Kehanet: Satanizmin, yazılı ayinlerinin bir lanet durumuna gelmesi anlamına geliyor.)
Stiff ailesinde farklı olan şey, ailenin kanına bağlı bir erkeğin, aileye ilk kazandırdığı 9. Kız çocuğunun ilerleyen süreçte kişisel bozukluklar meydana getirmesi. Cadının adadığı bir çeşit, lanet. İlk ağladığım zaman benim ruh halimi de aynı lanet çalacakmış. İlk zamanlar böyle duymuştum. Dediğim gibi olmuştu o zamanlar. Ruhumun yerine bir iblis gelecekmiş, iblisler bu dünyaya gelmek için can atar. Olayın garip kısmı, ruhumun çalınmasıyla birlikte, şeytan ne isterse bana onu aktarır. Bahşettiği şey, insan üstü birkaç özellik.
Ruhumun ne zaman tabiri caizse "satıldığını" anlamaya gelince, bir gece aniden acı içerisinde uyanacakmışım ve elimin üstünde bir dokuz görecekmişim. Normal ateş turuncusu parlayan bir rakam.
İşte o günün sabahı artık bedenimi hiç tanımadığım bir iblisle paylaşmaya başlıyorum.
Bunları nasıl öğrendiğime gelirsek, büyük annem. Ne kadar yaşlansa da o saçları hep capcanlı ve turuncuydu. Bunu sorduğum gün bana kehanetten bahsetti, ben anneme bahsettim, annem teyzeme. Bu söylenti öyle bir dağıldı ki büyük annemin psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu düşünülüp, hastaneye götürüldü. Tesadüf değildi bence... Ama o gün, büyük annemin akli dengesinin %79 bozuk olduğu teşhis edildi. Bu, hastanede bir süre misafir edileceği anlamına geliyordu. İnsan böyle şeyler olacağını düşünebilse, çenesini genelde kapalı tutar. Ben çenemi kapalı tutamadığım için fazla acı çekiyordum.
Hastanede kalmasına karar verildikten hemen sonraki gün, 9 Aralık 1933. onun ziyaretine gittim. Buz gibi soğuk sokak. Kar hiç tutmuyor, yollarda hiç araba olmuyordu. Kar temizleme araçları birbirlerini kovalıyordu. Sıkı giyinirdim. Bu havada otobüs, tren bulamazdınız, seferleri hemen iptal ederler, kar tutmadığından demir yolları tehlikeli biçimde buz bağlardı. Cadde fazla kayardı. Taksi bile bulamıyordum. İşin güzel kısmı, hastane yarım saatlik yolda.
Kar çok hoştu, sanki meleklerin seksek oynaması için yaratılan koskoca bir alanı andırıyordu bu şehir.
Bir an kaldırım kenarında, kalbimdeki kabukları koparıp yaramı tazeleyecek bir şeyle karşılaştım, bir demet papatya. Çocuğun biri, daha çok genç diye hitap etmek uygun olur. Soğukta kaldırımda oturmuş, ellerini dizlerine kenetlemiş ağlıyordu. Bu mevsimde papatyayı bulmak imkansızdı ve görünüşe göre çiçek reddedilmişti...
İnsanların genelde papatyalarda fazla bir yaprağa daha ihtiyacı olur. Bir şeyleri kabul etmek için o şeyler uğruna bir şeyler feda etmek insan ırkının kanında vardır. Çünkü duygularına bağlı insanlar, papatyada bir yaprak daha olursa sevileceklerine inanırlar, ama o yaprak, başka bir papatyada bulunur.
Hastaneyi çevreleyen duvarlara eşlik ederken duvarda İngilizce bir cümle dikkatimi çekti. Daha doğrusu yazılmakta olan, iki arkadaş duvara sprey çekerken yanlarından geçerken seslendim.
"Çocuklar! Dikkat edin, Rusya soğuktur."
Çelik kapıya geldiğimde kapıdaki nöbetçiye sepeti gösterdim. Başını salladı, içeri ağır adımlarla ilerliyorken beynimde okuduğum cümle yankılandı.
"Umutların kumbarası, sekiz köşeli eviniz..."
Kapının önündeki "Seni seviyorum" yazan paspasa ayağımın ıslaklığını ve çamurunu sildim. Paspasa bunu yazan adam, yalnızların kralı olmalıydı, çünkü topukluları kadınlar giyer, erkeklerde bazen ezilirler.
Büyük tahta kapıyı hafifçe ittim, açıklığını kontrol etmek istedim. Kapı beni rezil etmediği için açılmış gibi hissediyordum. Kapının açılmasıyla üstümdeki zil çaldı, 7 metrelik koridoru yürürken yere çizilmiş büyük kırmızı çizgiyi takip etmem gerektiğini düşündüm. Çizgiyi izlerken, biraz ileride ikiye ayrılacağını gördüm. Sağda danışma olduğunu görüyordum, yine de ışıklandırılmış şekilde kan kırmızı parlayan o yazı gözümden kaçamazdı. İşim düşse bile danışmaya gitmek istemezdim, ama bu durum istisna olmalıydı.
Solda ise oldukça büyük bir alanda, hastaların yemek yediği siyah beyaz kare mermerle döşenmiş bir bölüm vardı. Yaklaşık 10 kişi kadarı yemeğini yiyordu. Gözlerimle büyük annemi aradım, parmak uçlarıma kalkıp daha dikkatli inceledim, ama yoktu.
Arkamı dönecekken bir şey dikkatimi çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGEDE KALANLAR
Ciencia FicciónTanrı ilk insanı çok büyük beklentilerle yaratmışti oysa, fakat altın elmadaki ısırık izi büyük bir hata yaptığını gözüne gözüne sokacaktı. Shadowalker Tenebrosi ve Enzo Negra, ilk insanı sınamak adına tanrı tarafından özenle yaratılmıştı, bu sayı 7...