Kız, dalmıştı. Uzaklara doğru bir yolculuğa çıkmıştı. Dürtsem mi diye düşünmüştüm ama birkaç dakika sonra kendine geldi.
Meraklı bir şekilde sordum
-Ne düşünüyorsunuz bu kadar
Kızın düşünürken dolan, gözleri bu soruyla beraber boşalmaya başladı.
-Savaştan sonra kardeşimi bir Bizans casusu kaçırdı. Büyük ihtimalle onu Ortodoks yapıp, kendileri gibi eğiterek, yakın bir zamanda Danışmend toprakları üzerinde hak iddia edicek. Onu kurtarmak için bende buralara kadar geldim.
-Aradan yaklaşık üç yıl geçmiş ve söylediğinizden anladığım kadarıyla kardeşiniz küçük. Korkarım ki bir Bizanslı olmuş olabilir.
Kıza bunu söylemek, yüreğimi dağladı ama maalesef gerçek buydu. Bir süre kız dedi
-İstersen sana kılıcı bulman konusunda yardımcı olabilir. Zaten kardeşimi kurtarmak için Konstantiniye'ye gitmek zorundayım ve oraya gitmek şuanda imkansız. Başkente giden tüm yollarda devriyeler çok sıkı
Kabul etmek zorundaydım kızın bu yardım teklifini. Hem kız intikamını alabilirdi. Sultana olayları anlattıp, bir fedai olmasını sağlayabilirdim. Danışmendlilerin saray görevlilerini zaten kendi himayesine aldı. Eminim bu kızıda alıcaktır.
-Fazladan yardıma şuanda hiç hayır demem.
Kızın biraz gülümsemeye başladı. Ardından büyük bir heyecanla sordu.
-Nerden başlıyoruz aramaya
-Hiçbir fikrim yok. Şuanda tek yapabileceğimiz şey, kılıçlı insanları takip etmek ve aradığımız kılıç mı, değil mi, kontrol etmek?
Aradığım kılıcı kıza bir güzel anlattım. Kız biraz düşündükten sonra, hafif yüksek bir sesle.
-Senin anlattığın kılıcı gördüm.
-Ne, nerede, kimde?
-Kardeşimi bulmak için bir adamı takip ediyordum. O adamın elinde gördüm en son Konstantiniye'ye gidecekti. Bende Konstantiniye'ye gideceğini duyunca takibi bir gün önce bıraktım
-Ne zaman gideceğini biliyor musun?
-Bu gece patrikhaneden yola çıkacaktı.
-Ahh! İlk önce o adamı görmem lazım ve kılıç onda mı, değil mi, öğrenmem lazım?
-Öğle vaktine az kalmadı. Her öğlen patrikhaneye gider ibadet için.
Hemen kızın yerinden kalkmasına yardımcı olup, hızlıca patrikhaneye doğru yola koyulduk. Şansa bak ki hem yol üstünde Murad'ı gördük.
-Hiçbir şey sorma. Kız bizim dostumuz ne diyorsam onu yap. Anlatacak vaktimiz yok
Kafasını sallayarak onayladı. Tam öğle çanı çalarken patrikhanenin avlusuna vardık.
Bu patrikhaneye hiç uğramamıştım. Bizans sınırları içinde dünya kadar yer gezdim ama böyle bir patrikhane görmedim. Büyük bir alana inşa edilmişti. Çok fazla pencelere vardı ve dış duvar rengi koyu bir kızıldı. Kapısı o kadar büyük ki 3 tane atı üstüste koyup geçirebilirdim. Avlu granit mermerden yapılmıştı. Kapının 2 yanına yine granit mermerden yapılma aslan koyulmuştu. Avlunun duvarların önünde ise çiçek bahçesi vardı tavanı ise kubbe şeklindeydi. Bir kaç adım sonra içere giriyoruz. İcere girmemle gözlerimim sarhoş olması bir oldu. Patrikhanenin kubbe tavanında Hz. Isa olduğunu düşündüğüm insan figürü vardı. İki yanında ise haç motifi vardı ve anlamını bilmedigim bir sürü motifler işlenmişti kubbeye. Duvarlarda İbranice dini şeyler yazıyordu, ahh, keşke İbraniceyi öğrenseydim!
Ben patrikhanenin büyüsüne o kadar çok kapılmıştım ki İstanbul'un bana seslendiğini duymamıştım. En son Murad'ın dürtmesiyle kendime geldim.
-Mehmed! Murad! Acilen bir Ortodoks gibi ibadet etmemiz gerekiyor yoksa dikkat çekicez
-Biz bir Ortodoks nasıl ibadet eder bilmiyoruz
-Sadece ben ne yaparsam onu taklit edin. İşte adam geliyor şuanda kapıda, birazdan önümüzden geçicek.
İstanbul dizlerini birlestirerek diz üstü oturdu. Ellerini bir araya getirerek dik bir şekilde kalp hizasında biraz önde tutarak dudaklarını kıpırtatıyordu. O ne yaparsa aynısını taklit ediyordum. Aklıma dedemle ilk namaza gittiğim gün geldi. Hiç bisey bilmiyordum dedem ne yaparsa onu taklit ediyordum.
Belli bir süre sonra önümüzden kirli sakallı, kahverengli pelerinli, boyu uzun, kısa hafif kır saçlı bir adam geçti. İstanbul fısıldayarak işte bu adam dedi.
Adam ibadet etmeden önce kılıcını kınından çıkardı ve yere koydu. Aradığım kılıçtı o işte orada duruyordu iki adım önümde. Onu bir şekilde ele geçirmem gerekiyordu ama nasıl?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KILIÇ
Historical FictionBir kaybolmuş kılıç, insanı ne kadar çok maceraya sürükleyebilir?