Kılıcın üstündeki, imparatorluk işlemesi gözümü çarpıyor. Acaba adam, işlemeyi fark edip, Konstantiniye'ye götürüp, imparator Manuel Komennos vericek kılıcı. Bir kaç dakika ibadet ettikten sonra patrikhaneye bir adam koşar, adımlarla içeri giriyor ve adama adıyla sesleniyor.
-General Kantakuzen, General Kantakuzen
Adamın yüzünde telaşlı ve üzgün bir simâ vardı. Acaba ne olmuştu?
-Generalim Miryokefalon bölgesine Türk akınları yeniden başladı. Acilen bölgeye gitmeliyiz
Adamın yüzünde ki kızgın, sert suratı daha da sertleştirerek
-Lanet olası Türkler iki dakika ibadet ettirmiyorlar. Yüce Meryem Ana bizi koru. Hemen yola çıkalım
Miryokefalon nereseydi? Kesin bildiğim bir yer ama Türkçe adını. Bizde generalin bir kaç dakika ardından çıktık.
İstanbul'a meraklı bir şekilde sordum.
-Miryokefalon'da neresi oluyor?
-Karamıkbel ovası.
Evet orayı biliyordum. Sultan Kılıçarslan bir sonraki savaşı orada yapmak istiyordu. Peki şimdi ne yapacaktık. Kılıcı alıp tekfuramı vericektik, yoksa casusluk oyununu mu, bırakacaktık?
Murad bana bakıp.
-Abi bence bu kılıç işini bırakalım ama bu general imparatorlukta kıdemli birine benziyor. Bence generali kaçıralım, sultana götürülerim eminim ki, bu kadar sürede topladığımız bilginin en az üç katını öğreniriz.
İstanbul'a döndüm. Döndüğüm gibi kafasını sallayarak.
-Bende varım.
Hemen koşarak eve doğru gittik. Kılıçlarımızı kınlarımıza koyduk. Tüm evdeki sultanlıkla yazışmalırımızı evin sobasında tutuşturduk.
Koşarak çarşının içinden geçtik. Allah kahretsin ki çarşının en kalabalık olduğu vakitti. Insanlara omuz ata ata geçiyorduk. Yaklaşık 10 dakikada çarşıdan çıkıp, tenha alanlara giriyorduk. Karamıkbel ovası Denizli civarındaydı ve neredeyse 4 günlük yol mesafesi var. Bir plan yapmak zorundaydık ama şuanda akşam çökünceye kadar yürümek en iyisiydi.
Murad beni dürtüyor ve yoldan bize doğru gelen 2 atlı bizans askerini gösteriyordu. Eminim kafamızdan aynı şey geçiyordu. Atlı asker bize doğru yaklaştı ve Latince nereye gittiğimizi sordu. Biz cevap vermedik. Bir tane asker aşarıya inip, İstanbul'a yaklaştı yaklaştığıyla kafasının vücudundan ayrılması bir oldu. Öteki askeri de biz Murad ile aşagı indirip öldürdük. Hemen atlara binip, yolumuza devam ettik. Artık geçtiğimiz yollar o kadar çok tenhadıyki, davul çalsan kimse sese gelmez.
Akşam yavaş yavaş çöküyor. Gökyüzünün kızıllığını hic böyle görmemiştim. Sanki düşmandan akan bir kan gibi her tarafa yayılıyordu o kızıllık.
Atlardan inip kamp ateşi için odun toplamaya başladık. Bir süre sonra bütün odunları toplayıp, yanımda bulunan iki çakmak taşı ile hepsini tutuşturuyordum. Henen ateşin başında yuvarlak bir şekilde toplandık. Şimdi vakit plan yapma vaktiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KILIÇ
Historical FictionBir kaybolmuş kılıç, insanı ne kadar çok maceraya sürükleyebilir?