1 İÇİMDEKİ

103 4 1
                                    

Babam annneme Güneşim dermiş. Adım güneş olacaktı. Annem ben doğduktan kısa bir süre sonra ölünce adım güneş olmayan yer; Güzay ve de korunması gereken emanet Vedia olmuş.  İlk ismimi babam ikincisini ninem koymuş. İşte o gün başlamış inatlaşma.  Ninem Vedia demiş hep. Emanet demiş. Sanki hatırlatılması gerekmiş gibi. Babam özellikle ninemin yanında Güzay dermiş üstüne basa basa güz ve ay' ın. Oysa yalnızken kızım dermiş. Öyle söylermiş  ki bin defa çıkarmış ağzından "kızım".. Bir gün yanıma birkaç mektup, bırakıp bir yaşındaki gözlerimden öperek, elindeki küçük bavulla çıkmış kapıdan. Her adımını izlemiş ninem. Gölgesini çekeleye çekeleye, gecenin karanlığında bahçeyi geçip bekleyen bir taksiye binmiş. Ne dur demiş ne hesap sormuş, ne seslenmiş. Gidecek olanı tutamazsın, gitmek isteyen caydıramaz sadece gidişi ertelersin derdi ninem. 

Ninem,  annem ölünce memleketi bırakıp yanımıza yerleşmiş, birkaç kıymetlisini alıp bir daha dönmeyeceğini bilerek. Geleneği, değerleri, kuralları, alışkanlıkları da beraberinde getirmişti. Ninem  şehri asla  sevmedi. Ev memleketi oldu. Kitap gibi bir kadındı, hem de başucu kitabı, kılavuz. Ve toprak gibi; ne ekersen onu biçersin. Her daim demir gibi soğuk olan ayaklarım onun tombul bacakları arasında ısınır, banyoda üzerime zift yapışmış gibi kendi ördüğü liflerle derimi yüzer gibi yıkardı beni. Uzun gri saçlarını tarayıp örüşü ve tepesinde toplayışı hala gözümün önünde.

En buhranlı zamanları birlikte atlattık. Hayatta en büyük arzusu annemin tahsili olmuş. Kendi zamanında imkansız olanı kızı için arzulamış, bütün gücü ile desteklemiş annemi.  Ta ki annem babama aşık olana kadar. Dekor olsun diye alınmış bir diplomadan öteye gitmemiş annemin tahsili. Yılların emeğini, hayalini, belkilerini, keşkelerini çerçeveleyip duvara asmış.  Annemin okuluna da aşkına da destek olmuş ama babama içgüdüsel bir şüphe duymuş hep. 

 Hiç hasta olmadı  ya da çok iyi saklardı. Bir gün olsun şikayet etmedi. Gün geldi yükümü taşıyamaz oldu.Benim yüküm çok ağırdı. Bir sabah onun o gür, derin sesi olmadan kendim uyanınca anladım, ilk defa uyanmamıştı. Yıllardır ilk defa seslenmemişti. 

Çok uzun zaman atlatamadım ninemin gidişini.  On altı yaşındaki gözlerim hiç unutmadı tabutta yatan açık gözleri, yemyeşil bir merakla, korkuyla bakışını. Sustuklarını korkuyormuş bu gün anlıyorum.

Odamda kalan tarağından gri saçları toplayıp benim için işlediği yazmanın arasında sakladım. Bir de annemin sandığında bulduğum mektuplar var. Annemin yıllarca özenle sakladığı eski mektuplar. Babamın mektupları. Bir kısmı Kıbrıs' tan yazılmış.  Her doğum günümde açıp okuduğum mektuplardan tanıdım ikisini de. Annem ve babam. Biri istemeden diğeri isteyerek terk ettiler beni. 

Yıllarca biriktirdiğim birkaç parça eşyaya sımsıkı tutundum. Her gece ninemin tülbente sardığım saçlarını kokladım. Biliyorum artık kokmuyor. Ben çocukluğumun anılarını burnumun alabileceği her kokunun izini sürerek tıpkı bir av köpeği gibi  mutfakta, eski mobilyalarda, elbiselerde aradım. uyuyamadığım gecelerde annemin dolabını açıp elbiselerine yüzümü gömer tanıdık bir koku almayı umardım. Kış gecelerinin kokusu var bu evde, bahçede. Yazın tozlu kokusu, çatı katının bacaya yakın yerlerinde is, küf, pas, çürük tahta kokusu. Ninemin beyaz sabun kokusu, .Sandıklardaki naftalin kokusu, babamın yazı masasındaki çekmeceleri açtığımda aldığım koku; hiçbir şey kokusu... Bazı kokuların adı konmuyor. Sadece koklayan, tanıyan, zihnine kodlayan bilir ne olduğunu. 

Bir gece annemin sabahlığına sarılmış, uyku ile uyanıklık arasında gide gele daldığımda önce  silik, puslu sonra giderek yaklaşan bir battaniye geldi gözümün önüne. Çivit mavisi, triko, üzerinde beyaz inciler, minik bebek elimi tutan bir el. öyle güzel tırnakları var ki... Sonra koku ve ses. Beşik hafifçe sallanıyor, çok sessis, öyle sessiz ki sabahlığın jarse kumaşı hışırdıyor. Giderek uzaklaşan puslanan mavi battaniyenin incileri. 

İÇİMDEKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin