Yazgı, kader böyle birşey galiba. Bazı insanların yazgısı tekerrürden ibaret. Sevim teyze onlardan biri. Aynı rüyayı görüp aynı kitabın aynı satırını defalarca okur gibi hayatı.
Hiç doğum yapmadı ama hep çocukları oldu. Büyük fırtınalar ardında yıkıntılar içinde küçük çocuklar bıraktı ona. Biri bendim o çocukların; diğeri Çağan.
Sabaha karşı uyumuştum. Yurt dışından beklediğim maillere cevap vermiş, son hazırlıklarım için gereken evrakları ve yapacaklarımı listelemiştim. Gözlerimi açık tutamaz hale gelince artık ezbere bildiğim ahşap merdivenin her basamağını gıcırdatarak yukarıya çıkıp kendimi yatağa bırakıverdim. Sonbaharda dalımdan kopmuş da toprağa süzülerek iniyormuş gibi yastığa bıraktım başımı.
Kapının yumruklanmasına eşlik eden zil sesi ile uyandım. Aslım bir yandan bağırıyor, hem zile basıyor hem kapıyı yumrukluyordu. Merdivenleri ikişer üçer inerken dizlerimin bağı çözüldü. Ellerim titreyerek açtım kapıyı.
" Güzay ne olur çabuk üzerine bir şey geçir Sevim teyzeye koş."
Olan biteni bir çırpıda anlattı. Az önce titreyen dizlerim tutmaz oldu olduğum yere çakılı kaldım birkaç saniye. Nefesimi tutmuş öylece kalakalmıştım. Sanki soluk alırsam ciğerim patlayacaktı.
Aslım kollarımdan kavrayıp kalkmama yardım etti. Üzerime bir şeyler geçirip Sevim teyzenin bir arka sokakta, o dik yokuşun başındaki evine doğru koşmaya başladık. Sanki yol ayağımın altından kayıyordu. Bahçe kapısına asılıp itinceaz kalsın yere kapaklanıyordum . Bahçe insanlarla dolu, ev insanlarla dolu. Başım dönüyor bu kalabalık bakışlardan bu duygu karmaşasından. Kadınlardan biri "Sevim yok "dedi. "Hastaneye yeğenini çıkarmaya gitti."
Bahçe kapısının hemen yanında kışa meydan okuyan, yazın parıldayan koca ceviz ağacının dibine bıraktım kendimi. İçi boşalmış da kemik namına bir şey yokmuş gibi titreyen bacaklarımı uzattım. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Tam da burada bu cevizin altında ilk kez anlatmıştı Sevim teyze; neden ailesinden uzak bu köşecikte bir başına kaldığını. İçini dökecek hüzünlenecekse hep bu cevizin altına çeker masayı. Çayı kahveyi burada içer. Şimdi dökecek iç var mıdır hala? Yürek yerinde midir?
Sevim teyze hem evlenmeyi reddetmiş hem tek başına yaşamak üzere evini ayırmış. O zaman için toplumun asla kabullenmeyeceği normal karşılamayacağı seçimleri ile sonunda tüm aile ile bağlarını kopartmıştı. Babası Sevim teyzeyi reddetmiş ve aileye de onunla görüşmeyi yasaklamıştı.Sorgusuz sualsiz evini tutmuş, eşyasını tamamlamış babasının karşısına çıkıp" ben eve çıkıyorum" demişti. Olacak şey değildi. Öğretmen çıkmış para kazanıyordu tamamdı da kadın kısmı tek başına ayrı ev ne demekti? İlk kez okkalı bir tokat yemişti. Yıkıl demişti babası " okuttuk tepemize çıkacak, ele güne rezil edecek aşufte". O gece babasını son görüşü oldu. Ertesi gün izin alıp, babası önce kahveye oradan köye giden dolmuşa binip gittiğinde eve gidip annesi ile vedalaşmış iki parça eşyası ile yolunu tamamen ayırmıştı.Yirmidört yaşında çok zor bir dönemeçten geçmiş bu ülkede bekar ve yalnız bir kadın olarak yaşanabileceğini ele güne göstermişti. Mahallenin Öğretmen hanım kızıydı.
En küçük kız kardeşi Ayten ile Babaları öldükten sonra görüşmeye başlamıştı. Diğer iki kardeşi de babaları gibi nefret etmişti ondan. Ayten için ablası vazgeçilmezdi. Ayten tekne kazıntısı evin umulmadık yaşlılık bebeğiydi. Ablası ile aralarında ondört yaş vardı.Ablası gibi okuyamadı Ayten. Babaları Sevim' in kararından sonra Ayten' in üniversite tahsilini yarım bıraktırdı. Ablası gibi olacağından korktu.
Ayten de kırdı dizini oturdu. İtaat etti. İçten içe mutlu oldu ablası için. Ve okulda tanığı okulu yarım bıraktığı için yarım kalan aşkı gelip kapıyı çaldı bir gün. Okul bitmiş askerlik yapılmış öğretmen çıkmıştı Şükrü. Ayten'i unutmamış ve hayalini kurduğu her şey için gelip istemişti babasından.
Mutlu bir evliliği vardı. Mutlu ama onlara göre eksik!! Yıllarca çocukları olmadı. Sonunda gördüğü tedaviler sonuç verdiğinde Çağan doğdu. Üç yıl sonra da ikinci kez hamile kalmıştı. Kırkdört yaşını devirdiği için riskli olan gebeliğini her ay doktor kontrolünde geçiriyor, sonra ablasına uğramayı ihmal etmiyordu. Bu sabah yine ilçeden İzmir' e kontrole gelmiş bebeğinin cinsiyetini öğrenmiş ve müjde vermek üzere ablasının evine doğru yola çıkmışlardı. Kız olacaktı! ve Ayten adı "inci" olsun demişti.
Yolda uyuyan bir tır şöförü üzerlerine gelince Şükrü kontrolü kaybedip önce başka bir araca çarpmış sonra taklalar atarak kenara savrulmuştu. Yanlarına ilk gelen adam polisi, ambulansı aramış ve Çağanın yanından ayrılmamıştı.
Bahçedeki salıncağa oturdum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gözümü taşların arasına tek başına bir papatyaya dikmiş Aslım' ın omzuma attığı şalın püskülünü düğümlüyordum. Çağan o papatya, ben o papatyayım. Tek başına...
Bahçe kapısından Sevim teyzenin solgun yüzü göründü. Elinde Çağanın minik eli. Yanımıza geldiler. Çağanı salıncağa yanıma yerleştirip eve girdi. Tüm insanları kibarca dışarı çıkarıp uğurladı. Çağanın yalnız kalması gerekiyordu, çok büyük bir travma yaşamış hatta yaşamakta olduğu için sessizliğe ihtiyacı vardı.
Çağanın minik başı omzuma yaslandı önce, sonra gözleri gözlerime yaslandı. Bakışlarımı kaçırdım çünkü nasıl bakacağımı bilemedim. İkimiz aynı papatlayaya bakarken uyudu Çağan. Sevim teyze yanımıza gelip kucağına aldı. Hemen oturduğumuz salıncağın arkasındaki odaya yatırdı teyzesi, camı araladı " uyanırsa duyalım" dedi.
- "İşte Güzay benim yolculuğum. İçeride uyuyor." Çok şükür tek sıyrık yok Çağan da. Ama ruhundaki derin yaraları nasıl iyileştireceğim bilemiyorum" dedi. Sıkmaktan yorulduğu tüm kaslarını gevşetti ve tutmaktan yorulduğu tüm gözyaşlarını bıraktı. Sessizce ağladı. Her bir damlasını izledim gözyaşlarının.Az önce gözümü diktiğim papatya o yaşlarla sulandı. Sonra anlattı sevim teyze.
Kazayı görüp duran adam yanlarına koşmuş. Ayten ön camdan fırlamış, Çağan arabadan çıkıp annesinin yanına gitmiş. Ayten ilk göz ağrısına son bir kez bakmış ve o bakışa hapsettiği oğlunun yüzü ile kapatmış gözlerini. Çağan annesinin şişkin karnına sarılmış. Hırkasını çıkarıp üzerine örtmüş ve eğilip kardeşi ile konuşmuş. " Korkma İnci! abi burada." ve bir öpücük kondurmuş annesinin karnına. Sonra babasına koşmuş. Yardıma gelen adamcağız durduramamış. Arabaya yaklaşıp babasının boş göz çukurunu görünce birkaç adım geri çekilip seslenmiş ... daha fazla yaklaşamamış. Ellerini ısırmış korkudan ama hemen toplamış kendini. Yeniden annesine, kardeşine koşmuş. Yere uzanıp sarılmış annesinin şişkin karnına " korkma inci abi burada" İnci cılız bir tekme ile karşılık verince yanındaki adama dönüp "İnci beni duydu tekme atıyor" demiş.
Sonra? Sonrası ambulanslar, polisler çığlık çığlığa siren sesleri ve Çağanı annesinden kardeşinden ayırıp bindirdikleri ambulans. Giderken annesinin üzerine örtülen gazeteye takılıyor gözü "örtmeyin"diye bağırıyor. İnci yaşıyor annemin karnında o ....Çığlığı karışıyor siren seslerine.
Ertesi gün cenazede hepimiz susuyorduk. Yine içimize söylüyorduk ne varsa. Söylenecek ne var? Ne olacak şimdi? Neden böyle oldu ki? İçimde beynimde patlıyor bu sorular birer bomba gibi. Aklımın duvarlarına çarpıp çarpıp geri çekilen dalgalar gibi.... Çağan anne- babasının mezarlarına su döküyor "hooooop, hooop" diyerek tüm suyu bitirince gülümsüyor. Oyun oynuyor; kendince başarıyor verilen görevi. Henüz küçük kalbi idrak edemese de ölümü, gittiklerini dönmeyeceklerini biliyor olsa da yine de çocuk işte!... Sadece kardeşini soruyor. İnanmıyor öldüğüne " İnci bana cevap verdi" diyor.
Bir hafta her gün Sevim teyzenin evine giden o yokuşu çıkarken Çağanın hatıralarını düşündüm. Hangisi daha zordu. Benim kaybettiğim anneme dair hiç anım olmayışımı? Çağanın hatırlayacağı anların çokluğu, hele ki o son bakışa şahit oluşu mu? Hangi hasret, arayış, bulamayış daha ağırdı?
Hislerde bedenlerden çıkartılabilse keşke. Çürüyen dişler gibi sökülebilse. Yenisi ile değiştirilse.
![](https://img.wattpad.com/cover/49922585-288-k965484.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İÇİMDEKİ
General Fictionİstedim ki herkesten bir parça olsun onda. Çoğu zaman yavan, tatsız - tuzsuz, anlamsız gelen hayatlarımıza dokunması dileği ile yazıyorum. Saygıyla....Bizi biz yapan birikmiş her yıla....