VAZGEÇMENİN DAYANILMAZ CAZİBESİ

39 3 0
                                    


Ben ilk defa plan yaptım. Uzun zaman oldu araştırmaya başlayalı. Seyahat dergileri, belgeseller, acenteler, kitaplar...
İhtiyaç ve zevklerimiz doğrultusunda plan yaptım.
- "Zevklerimiz derken? "

Aslım lütfen! Sadece dinle ve düşün. Düşün ve karar ver. Bütün bunları sana anlatıyorum fakat asla dayatmıyorum. Seninle ya da tek başıma ben bir yolculuğa çıkıyorum. Sen istersen kalıp ne istiyor ve hayal ediyorsan onu beklemeye devam et. Ama ben beklemeyeceğim. Gidip kendim için arayacağım, bulacağım.

- " Ne bulmayı umuyorsun? Ya bulamazsan derin bir hayal kırıklığı yaşarsan. Tüm vazgeçtiklerinin, terk ettiklerinin  gölgesi çökerse üzerine?  

- Anlıyorum elbette. Ne pahasına olursa olsun denemeden bilemeyiz değil mi? Terk ettiklerim bu boş duvarlar. İçinde anılar bile olmayan odalar, doğru düzgün fotoğrafları bile yok Aslım hepi topu birkaç dandik aşk mektubu.... Neyi terk ediyorum. İçindeki her şey de benim gibi mutsuz ve hasta olan, manzarası denize karşı, içi gölgeler dolu bu evi, ağaçların bile kök salmaktan vazgeçtiği bu bahçeyi, hergün azimle karakterimi bir maaş karşılığı sattığım plaza işimi mi?

İki saat kadar hiç konuşmadık. Sessizlik dayanılmaz olduğunda ise  müzik dinlemek geldi içimden. Kalkıp içerideki arşivden bir şey seçtim. Diana Damrau sesi ile doldurdu karanlığı. İnsanın sesini kullanışı, mucizevi bir enstrümana sahip oluşunun büyüsü ile sustuk. Güneşi batırdığımızda üşüdüğümü fark ettim. Ortalığı toparlarken göz ucuyla Aslıma bakıp,  yüzünden ne düşündüğünü okumaya çalışsam da nafile.. O sadece denize bakıyordu. 

Sabaha kadar uyumadan ikimizde düşündük birbirimizden gizli,  birbirimizi düşündük. 

Sabah mükellef bir sofra hazırladım ki kahvaltı Aslım' ın en sevdiği öğün. Elbette büyük bir aşkla yediği domates reçeli baş köşede yerini aldı. Resmen yağcılık benim yaptığım. Biliyorum sabaha kadar sıralayacağı bahaneleri düşündü. Onunda bir planı var.

En keyifli anında anlatmak istiyordum. Ve o an reçelini kaşıkladığı an.

Aslım! Arabamı satıyorum. Bugün halledeceğim. Biliyorsun şirketten ayrılırken yüklü bir tazminat aldım. Ve bu ev. Emlakçı satışıyla ilgileniyor. Her şeyimi paraya çeviriyorum.

- "Nasıl yaparsın?" Diye öfkeyle ağlamaklı bir çığlık attı.
- "Bu ev ve içinde yaşayan her şey sana yadigâr. Buradan vazgeçemezsin. Seni tanıyorum ben.  Beni bu kadar çaresiz bırakma! Evet biliyorum insan değişir ama senin değişmezlerin var. 

Şaşkınlığın en koyusu yerleşti yüzüne. Evet benim geçmişten kalan, sahip olduğum tek şey bu adres. 

Masa örtüsünü yeni fark etmişti. Çaresizce yüzüme baktı. Sevgili ninemin dokuduğu diğer her şey gibi kullanmaya kıyamadıklarım dandı. Ellerini incecik dantelin üzerinde gezdirdi.

-" Kutsal emanetler gibi saklardın; öpüp koklayıp onun elleri deydi diye severdin. "

Aynı şaşkın ifadeyle kurduğu cümleler de bu odaya diğer anıların arasına karıştı. Ben sustum. Sindirmesi için zamana ihtiyacı vardı. 

- Canım, arkadaşım, sırdaşım. Her şey yok olur. O dantelleri ören eller çürüdü. En kıymetli eşyalarımız; gereksiz bir kuvvetle bağlandığımız her şey bir gün yok olacaklar.
Bu yılların kokuları,koku ile hafızamıza kodlanmış çocukluk anıları sinmiş duvarlar, sesler, ayağımın altında her adımda gıcırdayan yorgun tahtalar, tavan arasında saklanan ahşaptan beşiğim ve onu yontan ellerde yok artık.
Belki bu ev daha yıllarca duracak yerinde. Ben yok olacağım Aslım!!!
Ve en önemlisi tahtalı köye giderken tek bir anı, tek bir yaşanmışlık götüremiyoruz.

Kuma çizilen resimler gibi hayat! bir rüzgar gelip savurarcak hepsini, ve sonra bir dalga gelip kalanları temizleyecek sanki hiç olmamışsın gibi... Cümlemi bitirmemi beklemedi ummadığım bir sakinlikle kalktı yerinden. Ama aldanmadım bu sakinliğe. Sıktığı yumruğu ve sürekli kırpıp durduğu gözleri ele veriyordu öfkesini.

- "Ben yürüyüşe çıkıyorum. Sofrayı da sen topla" dedi . Koltuğun üzerindeki şalı aldı ve hızlı sert adımlarla tahtaları gıcırdatarak salonu geçip bahçe kapısını çarptı ve çıktı. Çocukken de böyle yapardı. Keşif oyunu için dışarıya çağırırdı.Saatlerce dağ tepe dolaşır ne olduğunu kendisinin bile bilmediği gizemli bir şey arardık. Eski, yıkık dökük, cepheleri yola selam duran evlere girer o yangın yeri gibi metruk binalarda akşama kadar bakmadık delik bırakmazdı. Hem korkardım hemde yorulurdum.Evden çıkmamak için huysuzluk yapınca da kapıyı o çalı gibi zayıf kolları ile öyle güçlü çarpardı ki mutfak dolabından düşen bir cam sesi ile ninemin sesi neredeyse aynı anda duyulurdu. Aslım yüzünden bütün günüm çatıda ninemden saklanarak geçerdi. Gün boyu " çık gözü kör olmayacası kızmayacağum, ama o cadaloz ağzına yanduğumun Aslımı gelsin, bak ısırgan süreceğum ellerine. Domuz tüy değişur huy değişmez. " der dururdu. Artık o mutfak rafı yok hepsi kapaklı dolap. Kırılan bir şey yok Aslım ın kalbinden başka. Huy değişmez mi gerçekten de? 

Kahvaltı sofrasını toparladım ve salona geçtim. Küçük yazı masasının önünde durdum. Ahşap sandalyenin arkalığında diş izlerim vardı. Sandalyenin üzerindeki cilalı kısmı dişlerimle kazırdım beş-altı yaşlarımda.Parmak uçlarımla dokundum aşınmış; cilası kabarık sandalyeye. Otutup asırlık masanın  çekmecesini kavradım. Önce sağa sola esnetip sallayarak takılıp durduğu yerden kurtarmaya çalıştım ve hızla çektim. Çekmece elimde kaldı içinden küçük bir kutu fırladı. Eğilip aldım kırmızı kadifeden altın kutusunu.

Babam bu masada çalışırmış. Buraya gelip sandalyeyi kemirir onun tek fotoğrafında annemin omuzlarındaki ellerini izlerdim. Bir erkek için çok bakımlı ve düzgün elleri vardı. Sanki elinin altında kutsal bir emanet tutuyormuş gibi. 

Ninemin milyon tane soruma bıkmadan verdiği cevaplar vardı. Hem de masal tadında. İlkokula başladığımda; ilk kelimemi yazdığım gün eve gelip masaya oturduğumda; Çekmecede ne var? neden kilitli ?diye sormuştum. Bana çekmecede en kıymetli şeyleri, bir de sihirli bir kutuda annemin hayallerini sakladığını söyledi.
Annemin Trabzon işi hasır bilezik kutusunu kaptığım gibi ilk kelimemi yazdığım, ucu açılmaktan küçücük kalmış, uğurlu kalemimi kutuya yerleştirdim. Merdivenleri ikişer üçer inip soluk soluğa kutuyu nineme verip saklamasını istemiştim. Benim en kıymetlim kalemdi. Annemin eşyaları ninem için kutsaldı. Kadife kutunun içindeki bilezik için daha sonra başka bir kutu almış o an beni kırmamıştı.

 Kilitli çekmeceye özenle yerleştirmiştik kutuyu. Ama sonra boynuma astığım anahtarı kaybedince kilit sökülmüş bir daha takılmamıştı. 

Sararmış, ahşap ve rutubet kokan bir sayfa çıkarttım. Kırmızı kadife kutuyu açtım. Küçük kurşun kalem avucumda, uzun parmaklarımın arasında saklandı, utandı sanki. Nede olsa sadece yamuk yumuk çizgiler, daireler ve en sonunda hiç görmediğim, tanımadığım, koklamadığım "ANNEM" yazmayı başarmıştı bu kalem . Önce ANNE yazmış daha sonra öğretmenimin desteği ile M ekleyip ANNEM yapmıştım." M" kocaman ve daha koyu. O an karar verdim. Sadece onu alacağım yanıma. Bu küçük kalemi. Yıllar sonra aynı kalemle yine yazıyorum "ANNE" 



İÇİMDEKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin