A little trip to the wild side

100 16 0
                                    

''Anne, yatağımın altında biri var.'' Anne gülümsedi ve oğlunun sarı saçlarını sevgiyle okşadı.

''Senin için kontrol etmemi ister misin bebeğim?'' Çocuk yeşil gözlerini kocaman açarak başını salladı ve alt dudağını ısırdı. Anne ''Winnie the Pooh''un –oğlunun en sevdiği çizgi film karakterinin- elini bir bal kavanozuna sokmuş tatlı tatlı gülümseyen halleriyle kaplı yorganı kaldırıp yavaşça yatağın altına baktı. Kocaman, ruhuna erişen mavi gözler masumiyetin en derin izleriyle yüzüne bakıyordu ve küçük beden korkuyla olduğu yere büzülmüştü. Histerik bir şekilde başını iki yana sallayıp gözlerini açtığında yatağın altında kimse yoktu.

''Anne, anne yatağımda!'' Anne hızlıca doğrulduğunda küçük çocuk mavi gözlerini kırpıştırıp yataktan indi ve paytak adımlarla odadan çıktı, onu iki yıl içinde gerçekleşecek olan o olaya kadar bir daha görmeyeceklerdi.

Bu Niall James Horan'ın hayatlarına girdiği ilk andı.

''Reçeli beğendin mi Louise?'' kız nazik bir biçimde başını sallayıp kızarmış ekmeklerden iki tanesini tabağına aldı. Saat sabahın henüz sekiziydi ve Louise bu garip evle ilgili ilk gözlemini yapmıştı bile.

Yemek masası hiç boş kalmıyordu, sürekli yemeklerle ve içecekler doluydu, her şey taptazeydi. Bunun sebebini henüz anlayamamıştı ama Gölge'ye sormaya karar verdi. Boğazını temizleyip çay bardağını masaya bıraktı.

''Madison?'' Sesi o kadar yıl sonra ilk defa melodik çıkıyordu ki Louise'İn gerçekten çok güzel bir sesi vardı. Bir zamanlar kilise korosunda şarkılara söylerdi, Mary'nin ölümüne kadar.

''Hmm?'' Kız sarı saçlarını geriye atıp kırmızı bluzunu düzeltti ve Louise'e döndü.

''Merak ediyordum da acaba... Yani bir sakıncası yoksa... Demek istediğim...''

''Gölge kahvaltılara inmez. Hatta belirli bir öğünü de yoktur, sadece istediği zaman bir şeyler almaya gelir. Bu yüzden masayı asla toplamazlar.'' Niall bir sandalye çekip Louise'in yanına oturdu ve Madison'a göz kırptı. Kız kahverengi ıslak gözlerini kaçırıp mahcup bir ifadeyle güldüğünde Louise gülümsedi, birbirlerini seviyorlardı ve bu evin içinde karanlık olmayan tek duygu belki de buydu.

''Siz ikiniz yine mi işi pişirmeye çalışıyorsunuz?'' Madison utançla önüne döndüğünde Louise Gölge'ye sinir bozucu bir bakış attı. Bu kadar güzel bir duyguyu bozmak zorunda değildi ve bu Louise'i bir şekilde sinirlendirmişti.

''Bana kızdın mı Louise?'' Gölge'nin sesindeki keyifli tınıyı duyunca başını hayır anlamında salladı, burada kaldığı süre boyunca onu sinir etmemek için söylediği ikinci yalan şimdiden rahatsız edici olmaya başlıyordu çünkü Louise gücü sayesinde yalanı veya doğruyu kolayca anlayabiliyordu. Ama Gölge'de bu gücün olduğunu düşünmüyordu ve onu aldatmak pekte akıllıca bir davranış olmasa gerekti.

''Bugün çok sessizsin değil mi?'' Gümüş tepsideki kahvaltı tabağı ayakları ters dönmüş olan o gri saçlı, üzerindeki önlükte kurumuş kan lekeleri olan kadın tarafından özenli sayılabilecek davranışlarla Gölge'nin önüne konuldu. Tabakta iki dilim kızarmış ekmek –üstlerine tereyağı sürülmüştü-, haşlanmış yumurta, özenle dilimlenmiş yarım bir domates ve iki tane sosis vardı, Louise bunların domuz eti olduğunu tahmin ediyordu.

''Teşekkür ederim Bayan Meyer.'' Ruh görünüşünün aksine huzur verici bir gülümsemeyle selam verdi ve yavaş hareketlerle mutfağa geri ilerledi.

''Burada çalışan normal bir insan yok mu?'' sesi çatallı çıkmıştı, boğazını temizleyip çayından bir yudum aldı ve Gölge'ye baktı. Soruyu duymamış gibiydi ve öylece yemeğini yiyordu. Louise bir süre daha onu izledi, önce dilini dışarı çıkarıp yemeği alıyor, sonra ağzındakileri özensizce çiğneyip kendine yeni bir lokma hazırlıyordu, bir çocuk gibiydi. Sorusunu tekrar etmek için ağzını açtığında Gölge göz ucuyla ona baktı.

''Bu soruyu doğru sorduğunda bir cevap alacaksın, Louise. Şimdi herkes beni dinlesin.'' Boğazını temizleyip çayından bir yudum aldı ve ayağa kalktı Gölge, boyu uzun, bakışları kararlı ve duruşu kendine güvenli insanlara ait o havayla doluydu.

''Bugün Payne ailesinden yeni bir haber aldım. Yeni bir liderleri var ve onu ziyaret etmemizi istiyorlar. Bizden bir kurban bekliyorlar ve bizim bu konuda ne kadar cömert olduğumuzu biliyorsunuz.'' Gözlerini Madison'ın, Elizabeth'in, Niall'ın ve en sonda Louise'in üstünde gezdirip sözlerine devam etti.

''Bugün sizden en kanlı düşmanımın yerini istiyorum, özellikle siz ikinizden.'' Elizabeth ve Louise'İ işaret edip boğazını temizledi. ''Olayları buralarda nasıl sonuçlandırdığımızı bir kez daha görmeleri gerekiyor.'' Yüzü şeytani bir gülümsemeyle aydınlanırken belinden hançerini çıkardı. Bu Louise'in geldiği ilk gün dokunduğu hançerdi, yavaş yavaş tüylerinin ürperdiğini hissediyordu.

''İsteseler de.'' Hançeri kınından çıkarıp parmağında minik bir kesik açtı. ''İstemeseler de. Dağılabilirsiniz.'' Madison ve Niall hızlı bir biçimde yerlerini terk ederken Elizabeth Louise'i kolundan yakaladı. İkisi de odadan çıkarlarken Louise gözlerini Gölge'den ve dudaklarındaki kan damlasından ayırmadı, kapı kapanıp Elizabeth kolunu bırakana kadar.

''Hazır mısın Louise?'' kız kısa saçlarını karıştırıp merakla kadının yüzüne baktı.

''Neye?'' Elizabeth gülümseyip arkasını döndü ve saçlarını savurup omzunun üstünden ona baktı.

''Vahşi kısımda ufak bir gezintiye. Gözlüklerini tak Louise, göreceklerini unutmak istemezsin.'' Zalim bir kahkahayla gülüp aşağıya inen merdivenlere doğru ilerlerken Louise güçlü kalmaya çalışan bir ifadeyle onu izledi.

Nasıl bir yere düşmüştü böyle?

***

İyi okumalar!


A Psychic's Shadow. (Larry Stylinson)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin