Hide and Seek

416 33 5
                                    

Tik tak

Çalıyor saat

‘’Bizimle oynamaya gel Louise!’’

Ne oynayalım?

‘’Saklambaç oynayalım, hadi Louise lütfen!’’

Çok geç oldu Mary, gitmemiz gerek.

‘’Seni yakalayacağımdan korkuyorsun işte, korkak, korkak, korkak, korkak-‘’

Louise çığlıklar atarak uyandığında siyah gölge odanın bir köşesinde onu gözlüyordu. Gülümsediğine yemin bile edebilirdi gölgenin, kanlı dişleri ay ışığında parıldıyordu. Gölge aydınlığa çıktığında kanlı beyaz elbiseyi gördü.

‘’Saklambaç oynamaya ne dersin Louise?’’ gölge yanına yaklaştığında nefesi kesildi ve odadaki her şey hareket etmeyi bıraktı, artık hareket edebilen tek şey gölgeydi. Zamanın durduğunu hisseder gibi oldu Louise, korku içinde büyürken gözlerini kapattı. Rüya, sadece bir rüya, Mary Doncaster’daki mezarlıkta yatıyor, o gömüldü Louise, o bir ölü, ölüler hareket edemezler, bu sadece bir rüya. Soğuk nefesi boynunda hissedince tüyleri diken diken oldu. Kanın metalik kokusunu hissedebiliyordu, toprağın ve kanın kokusunu.

‘’Seni yakalayacağımdan mı korkuyorsun?’’ soluk beyaz yüz görüş alanına girdiğinde çığlık atmak istedi ama tek yapabildiği öylece bakmaktı. Kızın kalın dudaklarında kanlar vardı ve kafatasının içe göçmüş tarafı rahatlıkla görülüyordu. Biraz daha dikkatli bakarsa beyni yiyen böcekleri ve solucanları görebileceğinden neredeyse emindi.

‘’Seni bulacak Louise.’’ Kız birden eski haline geri dönüverdi, kazadan dakikalar önceki haline, kalın dudakları pembeydi ve yanaklarında hafif bir kırmızılık vardı. Küçük kız hıçkırdı ve Louise o an gerçek Mary’i gördü. Küçük kız kardeşinin acı çeken ruhunu.

‘’Çok yakında.’’ Kız küçük sesiyle konuşmaya başladı. ‘’Gölge seni almaya geliyor Louise, saklanacak hiçbir yer yok. Ruhunu yok edecek!’’ Mary aniden irkildi ve korkuyla pencereden dışarı baktı.

‘’Aman Tanrım.’’ Fısıltı Louise’in kalbini dondurdu. ‘’Arkanda…’’ pembe boyalı küçük tırnağı camı gösterirken Louise rüyadan dışarı itildi ve yerinden sıçrayarak uyandı.

‘’Louise?’’ Uzun parmaklar hızlıca gözyaşlarını silerken Louise belirgin bir tiksintiyle adamdan uzaklaştı. ‘’Hayatım iyi misin?’’ adamın yeşil gözlerine bakarken yapışkan sarı aurayı yüzünde hissetti ve yüzünü buruşturdu, bu herif kimdi sahiden?

‘’Kimsin sen?’’ adam büyük bir şaşkınlıkla yüzüne bakarken güçlü kollardan kurtuldu ve ayağa kalktı. Burası onun evi değildi. ‘’Ne arıyorum burada?’’ gözleri odanın her köşesinde gezinirken adam ayağa kalktı ve temkinli bir ifadeyle ona yaklaştı.

‘’Louise ben Nick. Nick Grimshaw.’’ Louise boş bakışlarla adamın yüzüne bakmaya devam etti. İsim bir şeyler çağrıştırıyordu ve adam tabi ki de tanıyordu, birkaç yıldır etrafında dolaşan yapışkan auranın sahibi. Sarının tiksindirici bir rengine sahipti adam ve bu ona dokunmayı bile zorlaştırıyordu. Louise adamın kötü olduğuna karar verdi ama hiçbir şey yapmadı, sadece odayı incelemeye devam etti. Burası evi değildi.

‘’Evim burası değil. Evime götür beni, evim burası değil.’’ Adam aynı temkinli ifadeyle başını salladığında Louise’in içi çığlık atma isteğiyle doldu. Gözleri masanın üstündeki makasa takıldı. Makası aç ve misafirperverliği için ona bir iyilikte bulun Louise, insanlar hediyeleri severler.

‘’Canım, evin burası. Birlikte yaşıyoruz unuttun mu?’’ Anılar aklına doluştuğunda Louise bıkkın bir nefes verip başını salladı.

‘’Tuvalete giriyorum ben.’’ Adam başını salladığında Louise ayaklarını sürüyerek açık kapıdan içeri girdi. Mary’nin gölgesi dün buradaydı, gözlerini aynaya sabitledi.

Biraz ölmüş görünüyorsun Loueh.

Hep öyle değil miydim? Yüzünü yıkayıp aynaya daha fazla bakmamaya özen göstererek yüzünü sildi.

Seni bulacak.

‘’Louise?’’ adam kapıyı tıklattığında yüzünü buruşturmaktan kendini alamadı. ‘’Louise sana bir telefon var.’’ Louise ellerini kurulayıp banyodan çıktı ve telefonu adamın elinden kaptı.

‘’Alo?’’ konuşan kişinin bir kadın mı yoksa erkek mi olduğunu en başta anlayamadı çünkü sesteki boğuk tını içinde bir cinsiyete ait belirgin bir özellik taşımıyordu. İnce gibiydi, kalın gibiydi, bir çocuk konuşuyor gibiydi, takma dişleri ağzında olmayan yaşlı bir adam konuşuyor gibiydi. Sonradan sesin bir kadına ait olduğunu anladı.

‘’Bayan Tomlinson? Siz misiniz efendim?’’ Louise kadın olduğunu tahmin ettiği kişiye cevap verdi.

 ‘’Benim.’’ Kısılmış sesini duyar duymaz boğazını temizledi.

‘’Ah, Tanrıya şükür sizi buldum!’’ sesteki gerçekçi mutluluk Louise’i afallattı. ‘’Ben uzun bir yolculukla Amerika’dan bulunduğunuz yere geldim, bir arkadaşımın önerisiyle. Çok iyi fal baktığınızı duydum Bayan Tomlinson ve anlarsınız ya, bilmem gereken birkaç şey var.’’ Bilmen gereken birkaç şey var Louise Tomlinson, hazır ol ya da olma, işte geliyoruz, seni alacağız.

‘’…saat kaçta gelmem sizin için uygun?’’ Louise hızlıca silkelenip beyninde yankılanan sesten kurtuldu ve güçlükle cevap verdi.

‘’Saat birde gelebilirsiniz.’’ Ellerini saçlarından geçirip stresle karşısında onu izleyen adamı süzdü. Gözleri donuk bir cam gibi parıldıyordu ve saf bir merakla Louise’e bakıyordu, aurası bir süreliğine katlanılabilir duruma gelmişti.

‘’Ah, yarım saat içinde oradayım, beni geri çevirmediğiniz için çok mutluyum oysaki-‘’ Kırmızı ışık, yeşil ışık, hayaleti gör bakalım artık! Telefonu sertçe duvara fırlattı ama artık çok geçti. Kadının boğuk sesi ve söyledikleri beyninde dönüp başka anlamlar kazandı ve Louise boğulmaya başladığını hissetti.

Ellerini üç kez çırptın ve üçüncüde seni bulduk Louise, saklanabileceğini mi düşünüyordun?

Onunla iyi olacaksın.

Neden geldiğimi biliyorsun.

Seni istiyor.

Ve hepimizi selameti için onun olmalısın.

Hayaleti görmeye hazır mısın?

Dibe batarken görebildiği son şey adamın büyük bir korkuyla kendisine koşması oldu.

***

Merhaba! Mutlu yıllar ve iyi okumalar, uzun bir süre oldu ama umarım beğenirsiniz.

A Psychic's Shadow. (Larry Stylinson)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin