-4/2- Hayat Demek

69 7 13
                                    

Multimedia - Duru Yücel

Playlist - Ed Sheeran - Give Me Love


~


Herkesin bir sona ihtiyacı vardır yeniden başlayabilmek için. Bazı insanlar kendi sonlarını kendileri yaratır. Tek ihtiyaçları olan yeni bir benlik, yeni bir karakterdir. Bazılarının sonlarını ise en yakın oldukları kişi hazırlar. Altına imzasını atar ve koskoca bir hayatı mahveder. Arkalarında bıraktıkları tek şey koca bir enkazdan ibarettir. O koca enkaz zamanla kendini tamir eder, durumuna ayak uydurur. Ve zaman geçtikçe yeni bir kişiliğe bürünür. Bu işlemi başaramayanlar ömür boyunca hayata küsmeye mahrum ederler kendilerini. Daima duvarların arkasında yaşarlar. Kısaca ellerindeki bombanın pimini çekmiş, patlamasını beklerler.

Ben ilk seçenekteki insanlardan olamadım. Benim sonumu babam yazmıştı fakat bilmiyordu ki ardında bıraktığı kişi yeni bir benliği kabullenmeye hazır değildi. Olsundu. Bu kişi, kum saatinden tane tane damlayan kum gibi hızla işleyen geri kalan ömründe hayata küs yaşamaya da razıydı.

"Alo, uyansana."

Son bir kaç gündür olduğu gibi kalınca bir sopayla dürtülerek uyandırıldım. Ekin'e attığım tokat sonrası onunla pek karşılaşmamıştık. Yanıma gelmek yerine diğer köpeklerini gönderiyordu.

5 gündür bu okulun bodrumunda olduğumu göz önünde bulundurursak peşime polisler çoktan takılmış olmalıydı. Anlamadığım durum şuydu, bu okulun hademesi hiç mi buraya gelmezdi? Etrafımda gezinen dev gibi borulardan başka konuşabileceğim kimsem yoktu ve ben sıkıntıdan ölmek üzereydim.

Aralıklarla yanıma Çağlar gelse de, Ekin'in onu azarlamış olmasından kaynaklanacak ki fazla kalmıyordu. Bana söylememiş olsa da bunu anlamamak için öncelikle gerizekalı olmam gerekirdi. Annemden başka kimsemin olmadığını ve olmayacağını buzdan bir tokat gibi çarpıyordu yüzüme hayat.

Gözlerimi yavaşça araladım ve karşımda öfkeyle soluyan adamın yüzüne baktım. Bu gri gözlerde çözemediğim, belki de hiç çözemeyeceğim çok şey gizliydi. Griler hiç bir şeyi ele vermeseler de biliyordum. Tıpkı beni böyle olmaya iten travma gibi onun da bir olayı vardı. Olmalıydı.

"Ne var?" Artık onunla konuşuyordum. Çünkü söylediklerine cevap vermemem onu ciddi anlamda delirtiyordu. Başta bundan zevk alsam da işin diğer boyutu beni ürkütmeye yetmişti. Bu adamın sinirli hali beni kesinlikle korkutuyordu.

"Şu intikam olayı. İlk başlarda sana fiziksel bir acı yaşatmak istemiştim ama vazgeçtim. Daha cezbedici planlarım var. Bunun sonunda ruhunu söküp alacağım senden. Tatmadığın acıları tadacaksın. Bugün buradan gidiyoruz. Ve sen küçük, bana attığın tokadın hesabını ilerde en ağır şekilde ödeyeceksin." Her zamanki soğuk ve sert sesiyle beni olduğum yerde sindirmeye çalışıyordu fakat karşısında daha da diklendiğimi görünce açık grileri yerini öfke dolu kahverengilere bıraktı. Ya da fazla ışık olmadığı için ben öyle görüyordum.

Söylediklerinde gerçeklik payı olduğunu biliyordum. Bu adam, hiç yalan söyleyecek bir tip değildi. Ve artık onunla nasıl baş edebileceğimi ben de bilmiyordum.

"Peki, gidelim."

"Ve bu arada, artık şu 'Ben güçlüyüm ne yaparsan yap yıkılmam' pozların bana sökmüyor güzelim. Fazla kullanma onları. Başka zamana lazım olur." Yüzünde oluşan çarpık tebessüm ona bir kez daha tokat atma isteğiyle doldurdu içimi. Fakat kendimi tutmak zorunda olduğumu biliyordum. İkinci bir hatamda beni kesinlikle vururdu, ya da çin işkenceleriyle yavaşça öldürüp keyfini çıkarırdı.

"Çok konuştuk, kalk." Ekin ve emirlerine artık alışmıştım. Öfkelenmeye bile gerek duymuyordum.

Ayaklarım bağlı olmadığı için sandalyeden rahatlıkla kalktım. Tokat sonrası Çağlar istemese de Ekin'in yoğun emri üzerine ellerimi bağlamıştı.

"Şimdi ne yapayım hazretleri?" dememek için kendimi sıkıyordum. Ben de sadece suratına bakmakla yetindim. Kimin böyle yakışıklı bir kaçıranı vardı ki? Yani, sadece surat olarak.

"Yürü." Ondan ve onun tek kelimelik emir cümlelerinden kesinlikle nefret ediyordum.

Bir şey söyleme gereği duymadan, ben önde o arkada kurtulduk şu saçma kapandan.

Bodrum katta tutulduğum için saatten ya da günden haberdar değildim. Ancak akşam vakitleri olduğunu tahmin etmek zor değildi. Gündüz olsa burası hınca hınç dolu olurdu ve çıkmamız imkansız bir hal alırdı.

Umduğumun aksine şafak yeni söküyordu. Bir kaç saat sonra öğrencilerin bu koca binayı dolduracaklarını ve hizmetlilerin şimdiden gelmiş olduğunu göz önünde bulundurursak bu saatte çıkmamız onun için tehlikeli, benim için avantajlıydı.

Ekin'in çağırdığı taksiyle 45 dakikalık bir yolculuk yapmış, ardından küçük ama gösterişli bir evin önünde durmuştuk. O sırada güneş kendini göstermişti. Güneşi özlemiştim. Yanımda başka bir arkadaşım olsa 'Emre Kınay'ı çağırın güneş geldi!' esprisini yapabilirdim fakat yol boyunca koruduğum sessizliğim yerini geveze Duru'ya bırakacak gibi görünmüyordu. Ve bu çocuk zinhar gerçek Duru'yu görmeyecekti.

Verdiği komutla aşağı indim. Aynı dakika içerisinde kolumdan tutarak beni eve doğru itekledi. Cebinden çıkardığı anahtarı kapı kulpunun altında duran küçük daire dilimiyle birleştirerek kilidi etkisiz hale getirdi. Kapı açılır açılmaz içeride koşuşturan çocuklardan biri koşarak Ekin'in boynuna atladı.

"Baba!"


~


Heyecanlı olan kısımda kesmek istedim. Bölümü kısa tutmamın nedeni 4. bölümün ikinci kısmı olması. Yeni bölüm bu hafta bayram olduğu için gecikecek. Sonrasında okullar açılacağı için kesin bir tarih yine veremiyorum. Bölüm gecikmeleri için gerçekten çok üzgünüm fakat son 1 ay içinde belirli bir düzene oturtmayı planlıyorum artık. Daha fazla sizleri tutmak istemiyorum. Lütfen emeğimin karşılığını verin. Beğenmediyseniz eleştiri şeklinde yorumlarınızı bırakabilirsiniz fakat daha önce de uyardığım gibi argo kelime kullananları sert karşılarım. Hepiniz iyi ki varsınız. Oy ver yorumlarınızı eksik etmeyin!


Kötü ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin