Günümüzde üniversitelerin ekseriyeti özel vakıf üniversiteli. Öğrencilerin çoğu babalarının parasına güvenip özel üniversitelere gidiyor. 90'larda ise Bilkent dışında özel üniversite yoktu. Benim zamanında eşşek gibi ders çalışmak zorundaydık. Üniversiteye giriş sınavlarında ise toplu kopya çekilmediğinden çalışkan ve zeki öğrenciler ancak sınavı kazanırdı. Devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin çoğu Anadolu'nun dört bir yanından gelmiş fakir veya orta sınıftan öğrencilerdi. Cemaat yurtları dışında- ki onlar da çok azdı- özel yurt diye bir şey olmadığından mecburen Kredi ve Yurtlar Kurumu'nun yurtlarında kalırdık. Orada da siyasi olaylar eksik olmazdı.
Günümüz öğrencileri çok şanslı. Korkmak için wattpad'deki öyküleri okuyup korku filmleri izliyorlar. Ama çoğunuz hayatında gerçek korku yaşamamışsınızdır. Hayatınızda hiç ölü ve çürümüş beden gördünüz mü? Ne yazık ki anlatacağım öykü gerçek. Hatta 1993 yılının Ekim ayı gazetelerinde 3. sayfa haberi olarak arşivlerden bulup okuyabilirsiniz.
Ekim 92'de Uludağ Üniversitesi'ni kazanmıştım. O zamanlar Uluslararası İlişkiler bölümü isminden dolayı çok havalıydı. Halbuki şimdiki aklım olsa asla o bölümü yazmazdım. Girmesi zor olduğu halde bitirmesi çok daha zordu. Üstelik iş bulmak değil işsizlik garantisi de var.
Bursa'dan 40 km uzaktaki üniversiteye kaydımı yaptırdıktan sonra (şimdi artık kampüs de şehrin içinde kaldı halbuki benim zamanımda şehirden belediye otobüsüyle 1 saat uzaktaydı) sıra Yurt-Kur'un kampüs içindeki yurduna kayıt yaptırmaya sıra gelmişti. Benim gibi binlerce öğrenciyle beraber kayıt kuyruğuna girdim. Saçlarım bugün de olduğu gibi o gün de uzundu. İzmir Atatürk Lisesi'nde müdür ve yardımcıları her gün saç kontrolü yapar, her öğrencinin kafasını elleriyle ölçer, bir karıştan uzun saç buldular mı bizi okulun ayakkabı tamircisine yollar veya bizzat kendileri kaşağıya benzer bir aletle saçlarımızı koyun gibi kırkarlardı. Binbir zorlukla uzattığımız, kutu kutu jöle harcayıp (ben saç besleyici biryantin krem kullanırdım) şekil verdiğimiz saçlarımız eşek traşı tabir edilen şekilde kesilirdi. Zaten kız öğrenci yoktu. İzmir'in en güzel yerinde, Alsancak'ın göbeğinde, Fuar'ın karşısında bulunan okulda kafese kapatılmış şempazeler gibiydik. Kız yok, dersler çok ağır, müdürün uyguladığı demir disiplin yetmezmiş gibi bir de sık sık saçımızın şekilsiz bir biçimde kırkılması yüzünden arkadaşlarımın çoğu üniversite yıllarını uzun saçla geçirdiler.
İşte Yurt-Kur sırasında ben ve arkamdaki bir öğrenci, ikimiz de uzun saçlı olduğumuzdan koyu bir sohbete başladık. Adı Barış'tı. Ben Uluslararası İlişkileri o da bizden 10 puan az olan Kamu Yönetimi bölümünü kazanmıştı. Önce koyu bir sohbete daldık sonra da arkadaş olduk.
Aylar geçti. Dersler başladı fakat beklemediğimiz şeyler oldu. Çoğumuz kaderin bizim için yazdığı garip senaryoya uygun olarak çeşitli siyasi akımlara katıldık. Artık ikimiz rakip saflardaydık. Ben kendi cenahımda sempatizan konumunda iken o daha hızlı yükselerek kendi akımının lideri olmuştu. Artık düşman saflardaki iki dosttuk. İkimiz de 18 yaşına yeni girmiştik. Ancak Barış, siyaset basamaklarında yükseldikçe iyice radikalleşmiş ve sol bir terör örgütünün lideri konumuna gelmişti. Üzüntüyle ondaki bu değişikliği izliyordum. Bir iki kere kendisine dostça nasihatte bulunmaya kalkmıştım ama işe yaramamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞANMIŞ CİN ÖYKÜLERİ ve NEDEN CİN SENARYOSU YAZMIYORUM?
TerrorBir korku filmi senaristi olarak neredeyse 10 yıldır zombi konulu yüksek bütçeli bir korku filmi çekmeye uğraşıyorum. Bütün film yapımcıları ise benden cin öyküsü yazmamı istiyorlar. Hortlak (zombi) filmi izlenmez diye tutturmuşlar. Yapımcılar benim...