TUTUKLU

857 132 74
                                    

Kızıl ışınlar dağların tepelerine büyüleyici bir portrenin darbelerini bırakıyor gibiydi. Akşam üstünün sûkut bir sessizliği ardındaki fırtınayı gizliyor hazzı veriyordu; parmaklarım uyuşuyor, yağmuru devamında getirecek olan bulutlardan burun kırıştıracak derecede gür bir nem ve küf kokusu çimenleri boydan boya harmanlamıştı.

Boyu boyuna kıvrımlarını gözler önüne serpen yolun patikalı kaldırımları İstanbul'un en dehşet içerikli manzarasını resmediyor gibi düzüyordu satırları önüme.  Mermeleşmiş grinin dokunaklı bulutları adeta dolu dolu ağlayacakmış gibi gökyüzüne derin bir çizgi bırakıyordu.

Etrafıma bir dönüp baktığımda sanki karşımdaki manzara bana aynaya her göz attığımda gözbebeklerime serilen yansımamı andırıyordu: Bomboş bir benliğe doluyormuş hissi uyandıran dolgun dudaklarım arasına dökülüp yapışan yeşil göz beneklerim... Adeta serin fakat manzarasıyla alev alev kavrulan bir ormanın gür ağaçları altında çırpınıyormuşcasına göz kırpan vahşi hayvanların arasında kalmışım gibi; kurtuluşum yoktu ve ben artık tüfeği ucunda bir avcının pasif avı rolüne bürünüyordum.

"Evet, bu konuyu artık burada noktalandıralım. Melisa, artık cidden yoruldum."

Dikkatle irdelediğim ses tonu, bana ölü bir bedenin dudaklarından parça parça mısralanan bir ninni gibi geliyordu. Dokunaklı göz ifadesiyle karşımda bekleyen sarışın kolpaya göz ucuylada olsa kaçamak bir bakış bırakırken bile içim sızladı. 

"Pekâlâ, fakat sonuçlarının nelere mâl olacağının farkındasın, öyle değil mi?" Sesimdeki tını mutlak bir ifadeyle hışırdıyordu.

"Bilmemem mümkün mü?" Ona dümdüz bakakaldım. "Sadece bana son bir kez gülümse," diyerek sızlandığında dudaklarımdaki yıllarca tortulaşmış ifadeyi yine ve yine silemedim. Gülümsemek mi? Bu bana saçma bir çocuk oyuncağıymış ve birkaç dakika sonra kırılıp çöpe atılacakmış gibi geliyordu. Benim açımdan büyük bir ironiydi.

"Benden çok şey istiyorsun," diyerek ağız dolusu homurdandım. "O kimdi?"

"Sadece eski bir dost," dedi tek çırpıda. İçimde dağlar ardında konaklayan o sempatik kız sessizce kıkırdadı. "Aramızda eski bir musibet, o kadar!"

"Sana inanmam için tek bir sebep saçmala bana," diyerek sesimi serinleştirdim. "Dur bir dakika, öyle bir sebep yok, değil mi?" Bana dik dik baktı. Gözlerindeki ifadede adeta buruk bir boğukluk vardı, ürtütücüydü.

"Sadece eski bir-"

"Musibet, anladık uzatma!"

"Dinlemek istediğini söyledin," diyerek celâllendi. "Sadece sebep ver bana!" dedim dişlerimi bileyerek. Alayla küçük ve kısık bir kahkaha bahisi kopardı ortalığa. 

"Onun eşiyle birlikteydim," diyerek mızmızlandığında ağzım bir karış açık kalmıştı. Bu, ne demek oluyordu?

"Sen, nasıl?" Bana dümdüz ve boş gözlerle bakıyordu. Yüzsüzce, öylece, minnetsizce; sadece bakıyordu. "Bu, eski bir dosta yapılabilecek en kalleşce oyun," diye mırıldandığımda o kadını adeta lanetliyordum.

"Her neyse," dedi korkusuzca. "Sadece küçük bir zevk uğruna yaptığım bir oyundu ve pişman da değilim, ondan nefret ediyordum." İç geçirdi. "Ama aklımda fikrimde hâlâ sen-"

"Yanılıyorsun, sen nefret edilecek bir mahlukatsın," diyerek çınladım. "Ne halin varsa gör, sana yardım etmeyeceğim." Sırtımı son ayarına kadar ters istikamete çevirdiğim de bu pisliğin yanından derhal uzaklaşıp bu iğrenç manzarayı terk etmek için can atıyordum. Ayaklarım harekete geçtiğinde bedenimde bir titreme uyuşukluk yaptı.

TUTUKLUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin