~2~

317 68 24
                                    

Gece mavisi.

Ruhumun dağlıklarındaki gür çam ağaçlarının altında bağdaş kurmuş o küçük kızın en sevdiği ve geceleri yıldızların ona bir ninni gibi fısıldayıp dizlerinde uyuttuğu o renk... Geceleri her gökyüzüne göz ucuyla baktığımda derin bir titreme hücrelerimi kavuruyordu. Bu tür mavi gözlü insanları görmek benliğimi yaralıyorken ne için hâlen böyle insanlarla tesadüfen karşılaşıp bakışıyordum? Gözlerim yine o hain bulutlarını kollarıma sarmalamıştı. Buna rağmen buz gibi bir üşüyüş iliklerime kadar bezeniyordu.

Genç askerin mahmur bakışları yanaklarımı ele geçiren gözyaşlarıma adeta keskin bir neşter gibi saplanıyor; cerrahi bir yöntemle gözyaşlarıma karışan hüzünleri ameliyat eder gibi söküp almak istiyordu. Askeri aracın büyük ön kapısı açıldı ve bir çift deri botun zemine batan sesleri kulaklarımı aşındırdı.

"Sorun nedir?" diye sordu sakin bir tavırla. "Sanırım dün gece de karşılaşmıştık." Gözlerimi ona doğru çevirdiğimde yanaklarımdaki damlalar daha bir denli alevlendi. Gözleri... "Ve gözlerinde hâlâ bir değişiklik göremiyorum." Sesi adeta ruhumun faciası gibi ırgalanıyordu. Evet, onu duyabiliyordum. Derin bir nefes aldığını ve ellerini omuzlarıma götürdüğünü hissettim. "Yine ağlıyorlar. Dün geceden bu yana bana baban için ağladığını söyleme sakın!"

"Sadece..." Bir anda kısılan sesimi sonrasında gelen kelimeler doldurmuş ve boşluğu hiçliğe savurmuştu. "...şurada, tam şu ağacın dibinde," diyerek sesimi titrettiğimde aynı zamanda da boş arazideki meşe ağacını genç askere gösteriyordum. Bana anlamayan gözlerle bakarken yönünü o tarafa çevirdi.

"Evet," dedi soluksuz. "Ne var orada?" Sanki söyleyeceklerimi biliyormuş gibi bu soruyu sorduğunda nefesim daraldı ve bu sefer gerçekten bedenim korkuyla sarsıldı. "Cevap verecek misin? Melisa?"

İsmimi ona mırıldanmıştım, öyle değil mi? Unutmamış olması beni şaşırtmıştı. Yinede herhangi bir tebessüm girişimine giremedim. "Bir ceset," diye soludum tek nefeste. Artık tüm kayışlar kopmuştu. Ne olacaksa olacaktı, korkmak istemiyordum.

"Ne cesedi?" diye sordu sabırsız bir ifadeyle. "Anlatır mısın?"

"Bir erkek cesedi... Orada..."

"Sen," diyerek dişlerini dudaklarına biledi. "Burada bekle, sakın bir yere gideyim deme, anlaşıldı mı?"

Ona olumlu anlamda başımı aşağı yukarı salladığımda, o tarafa doğru yöneldi ve diğer iki arkadaşına dönerek, "Ömer, sen benimle geliyorsun. Şimal, sen burada kızla birlikte kalıyorsun!" diyerek celâllendi.

"Emredersiniz Komutanım!" diyerek kükredi Şimal isimli asker.

Komutan.

Gece mavisi gözlü, genç asker aynı zamanda bir de komutan mıydı? Bu içimi bir denli daha sızlattığında sesim ağırlaştı ve hızla çalıları görmezden gele gele koşmaya başlayan genç komutan ve ardındaki Ömer isimli askeri analiz edercesine seyretmeye başladım.

Şimal yanıma doğru yakınlaşıp, "İyi misin?" diye sordu. Gözlerimin alev alev yandığını, dudaklarımın öfkeyle titrediğini, ruhumu bir elin sertçe avuçladığını, yanaklarımı es geçen bu yaşların tenimi ne denli körüklendirdiğini nereden bilebilirdi ki? İyi değildim: Hem de hiç iyi değildim.

Şimal'ın göğüs hizasına ellerimi gömüp onu geriye iteklediğimde buradan derhal kaçıp tabanları yağlamak istiyordum. Koşmaya başladığımda ise ayak tabanlarım bana sinyal verdi; yoruluyordum. Midem bulanıyor ve gözlerim kararıyordu.

TUTUKLUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin