Kelimeleri boğazımdan bir iki defa öksürerek çıkartabilmem mümkün müydü? Oysa, o kelimeler bu genç komutana neler vaad etmezdi ki! Tıkanıyordum. Veya susmak... Evet, doğru kelime bu olsa gerek... Susuyor ve sadece gece mavisi gözlerin içerisindeki o soru işaretlerini hiçe sayıyordum.
Neden gitmiyordu? Raporumun olduğunu bile bile beni tutuklaması... Bu saçmalık olsa gerekti. Ah, niçin Koray'ın yerini bu merak delisi komutana söylemiştim ki!
Neden?
Belki de yapmam gereken neyse onu yapmalıyım- gibisinden bir teoriye girişmiştim. Vicdanım kurumuştu; ve yeniden nemlenmek için dem tutuyordu.
"B-ben hiçbir şey bilmiyorum," diyerek kekelediğimde genç komutanın gözlerini kısması üzerimde bir kuşkuya neden olmuştu.
Benden şüpheleniyordu.
Ne kadar da aptaldım. Aptal ve çaresiz bir katil...
"Bence neler olup bittiğini hepimizden çok daha iyi biliyorsun!" Sesi âdeta gürleyecek kadar tizdi. Ona temkinli bir bakış yolladım. Ne yani? Güçlü olabilirdim.
"Bilmiyorum!" dedim tek nefeste. Yanıma yakınlaşıp gözlerini iri iri açtı. Elleri hâlâ arkasındaydı. Tek kaşını yukarıya zincirleyip, "Anlat!" diyerek kükredi anında.
"Bak yalnış yapıyorsun..." diyerek sözü gevelediğimde aniden kolumu pençelerine tutsaklayıp beni camın önüne götürdü. "Bak, orada ne var?" dedi ciddi bir tavır takınarak.
Gri bulutların aralarından sızan bir tutam güneş parıltısı, aşağıda yalnızca tek bir şeyin üzerini kurutuyordu.
Küçük bir kız çocuğunun.
Gözleri ağlamaktan kızarmıştı ve üzerinde koyu renklerde bir battaniye seriliydi. Titriyordu. Ve içini çeke çeke ağlıyor; ölecekmiş gibi nefes alıp veriyordu. Başında bir iki tane asker dikilmişti. Birinin elinde suyu yarım kalmış bir bardak, diğerinin elinde içi köfteyle bezenmiş yarım bir ekmek... Muhtemelen küçük kıza yedirmek için uğraşıyorlardı. Ama o, bir yarım ekmeği yiyemeyecek kadar ruhsuzdu. Bunu görebiliyordum.
İçimde bir şeyler rol değiştirir gibi oldu. Bir acınma duygusu... O küçük kızda tam olarak bunu mu hissediyordu?
"Bu kız kim?" diye sorduğumda komutan ellerini kolumdan çekiverdi.
"Öldürülen adamın kızı."
Bir an genç konutanın sözlerini idrak edemedim ve gözlerimi iri iri açmaktan kendimi alıkoyamadım. Büyük bir dehşetle sert bir şekilde yutkunurken âdeta şoka girmiştim.
Koray'ın küçük bir kızı mı vardı? Bu, imkânsızdı! O hâlde bana niye söylememişti? Ah, bu soruları ben cevaplayamazdım.
Gözlerim dolu dolu birkaç damlayı yanaklarıma ulaştırırken, "Üzgünüm," diye çaresiz, titrek bir sözcük dökülüverdi dudaklarımdan.
Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca genç komutan, komodinin üzerindeki bir bardak suyu tutuşturdu avuçlarıma.
"Onu kim babasız bıraktıysa," dedi komutan yumuşak bir ses tonuyla. "Bunun cezasını ödemeli!" diye çıkıştı sesini biraz daha kalınlaştırarak.
"Ben," dediğimde tıkandığımı hissettim. Söylemeliydim. O küçük kızın babasının katili olduğumu bir şekilde itiraf edebilmeliydim.
"Sen?" diye sordu genç komutan. Yavaş adımlarla ona çevirdim gövdemi. Sonra avuçlarımdaki bir bardak suya baktım. Sonra pencereden dışarıya: O küçük kıza çevirdim gözlerimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTUKLU
Teen Fiction"Gür koyu renk saçları vardı, ve gece mavisi göz benekleri. O hep beni bana tanıttı. O hain kelepçeyi bileklerime taktığı an dünyanın buz tutmuş soğukluğu damarlarımla buluştu. O en doğrusunu yaptığını sanıyordu. En doğrusu ne ise onun için seçtiği...