"Mavi gibisin, her tonun güzel."
Taksi bekliyordu bizi evin önünde. Şimdiden heyecanlanmıştım. Sonuçta nereye gideceğimizi bilmiyordum. Taksi geçen günkü gittiğim ve Yağmur'la ilk karşılaştığımız yere, ormana gelmişti. Ama ormanın bu tarafı biraz daha ıssız olduğu için hiç gelmemiştim. Gelmeye cesaret edemedim desem daha doğru olabilir hatta. Yağmur taksinin bagajından iki küçük çantayı aldı ve yanıma gelip
"Hadi bu taraftan. Sadece birkaç dakika yürüyeceğiz." Dedi suratıma bakarak. Başımı sallayıp Yağmur'un peşinden büyük adımlar atarak yürümeye başladım. Yerdeki çamura karışmış taşların üstüne basarak giderken Yağmur birden durduğu için ona çarpmayı engelleyememiştim. Hemen geri çekildim. Ormanda sadece kuşların birbirine karışmış sesi ve rüzgarın yaprakların birbirine sürtündüğü sesler vardı. Bu büyüyü bozmamak için "Pardon" diye mırıldandım. Etrafıma baktığımda ise ağaçtan ev vardı. Kusursuz bir şekilde yapılmıştı. Okuduğum kitapların arasından fırlamıştı sanki dünyaya.
"Beğendin mi?"
"Yağmur... Bu çok güzel!" Neden bilmem -sanırım hevesli bir biçimde söylediğimden tam olarak emin değilim- ama hafif güldü ben böyle deyince. Sonra ben de güldüm. Adım attı ağaç eve doğru. Bende arkasından attım adamımı.
"Hadi sen çık önce." Beklemeden tırmanmaya başladım dokuz basamağı. Çıktığımda Yağmur'u bekleyecektim ki o'da gelmişti zaten.
Hemen içeri girdik. Dışarıdan birazcık küçük gözüksede içerisinde her şey vardı. Duvara montalanmış ve iki yatak, küçük buzdolabı, iki kişilik koltuk, yerde yumuşak gözüken minderler ve oyunlar vardı. Televizyon ya da bilgisayar yoktu. Yağmur,"Burada iki gün kalacağız. Pazartesi okul var kaçırmak istemeyiz" dedi. Okulu ve kaçırmak istememek? Ama ona bunu söylemeyeceğim için
"Tabii kim kaçırmak ister ki?" deyip küçük bir tebessüm ettim. Oda bana karşılık olarak tebessüm etti. Geçip koltuğa oturdum.
Annem beni nasıl hiç tanımadığı birine emanet edebilirdi ki? Yani şuana kadar tek bir arkadaşım olmuştu. O'da zaten gitmek zorunda kalmıştı. O arkadaşımdan sonrada kimseye güvenememiştim. Şuana dek. Neden bilmiyorum ama Yağmur'u ilk gördüğümden beri içimde ona güvenmek isteyen bir tarafım vardı. Ama diğer tarafım ise güvenmek istemiyordu. Önceki arkadaşım gibi gitmek zorunda kalabilirdi. Ama sanırım bu sefer güvenen tarafımı seçecektim. En azından bir kez olsun başıma gelecekleri düşünmeden hareket etmek istiyordum.
"Neden hiç arkadaşın yok?" diye sordu Yağmur. Ne cevap verebilirdim ki ona. Doğruyu anlatmak mı yoksa yalan mı söylemek? Yalan söylemeyi sevmediğimden doğru olanı anlatacaktım ona.
"Sekizinci sınıfta tanıştığım bir arkadaşım vardı. Berk. Daha okula o sene gelmişti. Tenefüslerde sırasına gömülür ve kitap okurdu. Hiç arkadaş edinmeye çabalamamıştı. Onunla hep arkadaşlık kurmaya çalışırdım ama konuşmayı pek sevmezdi. Ders başladığında kitabının kapağını kapatır ve kendi hayal dünyasına uçardı. Tabii ki öğretmen hep merak ederdi kafasının içindekileri. 'Kafanın içindeki dünyada ne yapıyorsun? Kimsin?' diye soru sormuştu bir keresinde. Hiç unutmam verdiği cevabı.
'Bazen beyaz bir kuş oluyorum gökyüzünde uçan, bazende gökyüzü oluyorum kuşu sarıp sarmalayan.' "
ezberimde olan sözcükleri söyledikten sonra derin bir nefes aldım ve devam ettim."Sonra öğretmen dersi anlatmaya devam etti. Garipsemişti sanırım. Sınıftaki diğer öğrenciler gibi. Zil çaldıktan hemen sonra her zamanki yaptığım gibi yanına gittim. Yüzümde anlatılmaz bir gülümseme vardı. Yanına oturduktan sonra
'Bana anlatır mısın kurduğun dünyayı?' diye sordum bir elim çenemdeyken. Usulca döndürdü bana kafasını. Gözlerinin parlaklığını unutmam hiç bir zaman. İlk önce kapattı elinde duran kitabın kapağını sonra kurumuş dudaklarını ıslattı. İki dudağını birbirinden ayırıp hapsettiği kelimeleri havada uçuşmaya başladı.
'Bazende okyanus oluyorum gökyüzüne parlayan. Daktilo oluyorum genellikle sayfalarca yazı yazdıran.' Bu sözlerinden sonra anlamıştım Berk'in en yakın arkadaşım olacağını.
Sekizinci sınıf bitene kadar hep beraberdik.Bir birimizin gölgesi olmuştuk resmen. O bana kitap okumayı sevdirmişti. Bense ona sevmeyi. Ne yaptım bilmiyorum benimle zaman geçirdikçe sevmeye başlamış. Sonra ben de onu sevmişim. Bir gün cesaretimi toplayıp onunla konuştum. Tabii onun beni sevdiğini bilmiyorum. Öğrenince de sarıldım birden. Sımsıkı hiç bırakmayacakmış gibi. Kitaplarından bir kaçını bana hediye etti. Kitaplar ezberimde hâlâ. Günler hızlı geçti. Aynı liseyi tutturmaya çalışmıştık ve başardıkta. Tek sorun onun taşınması gerekmişti. Babasının tayini çıkmıştı başka bir şehre. Vedalaştık birbirimizden ne kadar zor olsada. Ayrılırken bir kitap hediye etti. En sevdiği kitap. Kitaplığımın ilk kitabı olmuştu Berk'ten sonra. O gittikten sonra ne arkadaşım oldu ne de sevgilim. Sadece kitaplar ve şimdide sen." dedikten sonra tebessüm ettim. Bunları konuşmak nedense iyi gelmişti.
"Ben senin arkadaşın olabilirim? " dedikten sonra bana baktı. O yeşil gözlerini benim gözlerime dikip.
"Tabii çok isterim. " Sonunda benim de annemin de istediği şey gerçekleşiyordu. Hazır annem demişken iyi olduğumu haber vermeliydim. Hemen bir mesaj çektim.
'Anne ben iyiyim merak etme.' Bir kaç dakika sonra hemen mesaj geldi annemden
'Zaten merak etmiyorum yanında Yağmur varken.'
'Of anne!' yazdıktan sonra cevapta gelmedi zaten.
"Senin anlatacağın bir şeyler var mı?" diye sordum kısa bir sessizliğin ardından gülümseyerek.
"Evet. sana anlatacağım bir şey var." Dedi. Gülümserken kısılan yeşil gözleri bu sefer donuk bakıyordu bana.
°°°
Üzgünüm baya geç yazdım ama en kısa zamanda yeni bölüm paylaşmaya çalışacağım. Sizleri çok seviyorum 😚
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul'a Yağmur Yağsa -ASKIDA-
Novela JuvenilKurak bir İstanbul'a bardaktan boşalırcasına birgün Yağmur yağsa ve İstanbul bu Yağmura âşık olsa? Yağmur İstanbul'u kaybetme korkusuyla sımsıkı sarılsa ve bir daha bırakmasa? Bu Yağmur ve İstanbul'un hikayesi... 07.06...