1.Bölüm "Hakikatler"

379 82 54
                                    

"Tanrı bulsun istedim,
             sevsin bütün kayıp çocukları."

                                          "Cem Adrian "

      Uzun bir gece geçiriyordum. Adımlarım benden bağımsız soluksuz bir yürüyüş içindeydi. Soğuk, işe yaramayan ciğerlerime daha da işliyor beni zayıf düşürüyordu. Üzerimdeki hırka artık eskimiş, delinmiş ve beni bu soğuk kış günlerinde yapayalnız bırakmıştı.

      Ellerimi ovuşturup, nefesimle ısıtmaya çalışırken bu gece de nerede kalabileceğimi düşünüyordum. Belki yıkık bir arsada boş evlerden birinde tinercilerle kalabilirdim. Belki normal bir sokakta kullanılmayan boş bir gecekondu da... Ne de olsa yalnızdım. Hiç kimse nereye gideceğimin hesabını soramazdı. Gençtim. Şu hayatta kalarak sürünecek günlerim, aylarım veya yıllarım vardı. Ama ne şekilde yaşamak istiyorsam o şekilde yaşardım. Benim olan tek şey şu içinde yaşadığım beden ve ölüm ile yaşam arasında beni bekleyen ruhumdu.

      Yine bir kış daha geçiriyordum. En soğuk ve en savunmasız. Eğer hayatta kalmak istiyorsam ısınmalıydım. Ellerimi ovuşturmayı bırakıp eski hırkamın cebini yokladım. Ah! İşte buradaydı. Elimde yarısından çoğu kullanılmış bir çakmak vardı. Demek ki hâlâ bir şansım vardı. Şimdi ise başımı sokacak, kendimi koruyabileceğim bir yer bulmam lazım gerekti. Sadece rüzgar uğultusunun hüküm sürdüğü gecede herkes evlerine çekilmiş sıcak yuvalarında huzurluydular. Çoğu lamba sönmüş, sokaktaki gece lambaları ise tek yol göstericilerimdi. Gözlerim etrafı tararken gözüme ilişen bir gecekondu bana bu gece misafirperverlik yapabilirdi.

      Şöyle de bir gerçek vardı. Bir kere durduğum yerde bir daha durmazdım. Yeni yerler görmek şuan en sevdiğim şeydi. Böylece bir yere veya bir şeye bağlanmadan kolayca ayrılabiliyordum.

      Gecekondunun önünde durdum. İçinde insanların yaşadığı bir yer olsaydı, büyük ihtimalle yaşlı insanlara ait olurdu. Ev dış görünüş olarak bile o havayı veriyordu. Ahşap ve oldukça eski, neredeyse kolu bile olmayan kapıyı hafifçe itekledim. Gıcırtıyla açılan kapıdan içeri girip kapıyı ardımdan geri kapattım. Düşündüğümün aksine sıcak bile sayılabilecek bir yerdi.

      Odalara bakma ihtiyacıyla ilk kapıdan giriş yaptım. Burası daha önce de ziyaret edilmişe benziyordu. Küçük bir yatak ve temiz sayılabilecek bir yastık, üzerine kalın ve beni sıcak tutabilecek bir yorgan. Kesinlikle burada kalacaktım. Rüya gibi geliyordu halbuki. Karnım guruldamaya başlayınca gerçek hayata döndüm. İster istemez oluşan hüznüme engel olamadım. Mutfakta birşeyler olması ümidiyle odadan çıktım. Küçük holün sağ tarafında kalan mutfaktan içeri girdiğimde ağır bir çürük kokusu dikkat çekiyordu. Bu gecekondu kesinlikle terkedilmişti. En fazla bir hafta öncesine kadar burada birilerinin yaşadığı su götürmez bir gerçekti. Sanki birileri herşeyini bırakıp kaçmış ardına bile bakmamış gibiydi.

       Mutfakta küçük bir buzdolabı, kırık dökük dolaplar, su damlatan bir çeşme ve perdesiz camlar. Elektrik var mıydı acaba? Gecenin o loş ışığı buradaki pencerelerden içeriye yansıyor ve her yeri aydınlatıyordu. Burayı bulmam bir mucizeydi. Şanslı bir güne denk gelmiştim sanırım.

      Tahmini iki saat içinde bulabildiğim, yenebilecek birkaç bir şeylerden sonra midem az da olsa yatışmıştı. Hayatımdan bir günü daha güvenli ve huzurlu geçiriyordum. Belki bir ümit kıyafet bulurum diye odaya geri döndüm. Karşımda klasik, oldukça büyük, kahverengi bir dolap vardı. Yıllanmıştı. Bu çok açıktı. İçimden sadece bir süre beni idare edecek bir şeyler çıkmasını umuyordum. Kapağını açarken içimde tuhaf bir mutluluk vardı. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmak istiyor su her ne kadar soğuk olursa olsun yıkanmak istiyordum.

      Kapağı ardına kadar açtıktan sonra içinin boş olduğunu görmek üzücüydü ama hiçbir şey belli olmazdı. Bir umut daha besleyen yüreğim diğer kapağa yine aynı umutla geçti. Bu sefer çift kapılı olan bu kapakları iki elimle tutarken içten içe dua ediyordum. Yavaş yavaş açarken yummuştum gözlerimi. Korkuyordum da bir nevi. Derin bir nefes alıp gözlerimi araladım. Boş askılıklar... Bir dakika! Dolabın en kuytu köşesinde bir küçük bavul vardı. Artık son demlerini yaşayan sabrımla elime alıp yatağın soğuk kenarına iliştim. Aman Allah'ım cidden ağırdı!

      Bavulu yatağa bırakıp bende oturdum. Fermuarı açınca ağzına kadar kıyafet olduğunu görmek.. Bu ne güzel şeydi öyle. Bir yolculuğun habercisi bu bavul kimindi?

      Uzun zamandır hiç bu kadar şanslı olduğumu hatırlamıyorum. Gözlerim dolmuş mutluluktan akmak üzereydi. Bugün benim günümdü ve sonuna kadar yaşayacaktım.

                 ◆◆◆◆◆◆◆◆◆◆◆

      Arızalı da olsa ılık suyla bile bir banyo hiç bu kadar güzel hissettirmemişti. Ne kadar oluyordu yıkanmayalı? 1ay? 3 ay? Zaman kavramı benim için bir süre önce durmuştu. Kendi adımı bile zor hatırlıyordum. Konuşabildiğimden emin değildim. Sözcükler dudaklarımdan uzun süredir dökülmüyordu.

      Bavulun içindekiler temiz ve kaliteli sayılabilecek kıyafetlerdi. Anadan doğma bir saflık ve masumiyet sarıyordu etrafımı. Sanki şuan kendi evimde dertsiz tasasız bir uyku çekecektim. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Yatağa en ağır hareketlerle sanki yok olurmuşçasına bir naziklikle yaklaşıyordum. Her anın tadını çıkarmak ve yarın yeni bir güne daha başlayıp tası tarağı toplayıp gitmek. Yanımda bu küçük hayat kurtarıcı bavul ile birlikte.

      Sahibi alsa yanına daha önce alırdı. Sanırım. Belki de öyle düşünmek sadece içimi rahatlatıyordu.

"Düşünmek yok!" Diye uyardım kendimi kafamı yastığa yatırırken. Uykusuz ve yorgun gözlerim artık bunları haketmişti. Huzur içinde uyuyabilirdim.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin