"Hugin' each other."

261 21 12
                                    

Justin'in benim için yolladığı arabanın içinde saçlarımı ellerimi sallayıp, kabarttım.
Hayır, diye mırıldandım kendime, Hayır tabii ki de ona süslenmiyorum.
Arabanın içerisi acayip sıcaktı. Pencereyi açıp saçlarımın bozulmasına da izin veremezdim.
Hayır.
Bu sefer makyaj yapmamıştım. Ama omuzlarıma düşen siyah saçlarımı şekillendirip, kıvırmış ve Emily'nin saç spreylerinden biriyle sabitlemiştim. (Sanırım ses tellerimide sabitlemiştim çünkü saçımdan çok boğazıma kaçmıştı, aptal saç bilmemnesi.)

Telefonumun *blink-blink!* sesiyle, sanki ilk defa bildirim sesi duymuş gibi bir ifadeyle kavradım.
Heyecanlanmıştım çünkü bu telefona en son bildirim geldiğinde, Davinci, Mona'ya gülmeyi öğretiyordu.

Mesaj, Twitter'dan gelmişti.

Aaron J. Johnson: Şuan sana mesaj atıyorum.

Heyecandan çenem kasıldı. Sonra suratımı kocaman bir gülümseme sardı. Bak, Davinci; Mona'ya bir limondan mektup gelseydi istemsizce ağzını gere gere gülümserdi.

Gülümseyerek okuduğum mesaja, " Ne kadar da normal bir konuşma başlangıcı." diyip kafamı iki yana salladım.
Ama şimdi ona cevap vermem gerekiyordu.

Rain: Cevap.

Hayır, bu beni angut gibi gösterirdi.

Rain: :-)

"Şimdi de ona küfretmiş gibi hissettim." diye mırıldandım. Şoför duymasın diye cümlenin sonunu içime doğru fısıldamıştım. Kendi kendime konuşmuyorum çünkü.

Hayır, çünkü deli değilim.
Tamam azıcık öyleyim.

Rain: Bende sana cevap yazıyorum, tam da şuan.

Gönder tuşuna bastıktan sonra arabanın durduğunu farkettim. Kafamı şoföre doğru çevirdiğimde bana anlamsız bir biçimde baktığını gördüm. Ya beni öpecekti ya da öldürecekti. Ki ben ikinci tercihi tercih etmiş bulunuyorum.
"Burası mı?" diye sorduğumda yüzündeki 'kapıyı aç ve piktir ol git' ifadesini silip,
"Kat 15 numara 537." diye cevaplayınca gitarımı, çantamı ve ceketimi elime alıp kapıyı ittirmeye çalışıyordum. Normalde filmlerde böyle şeyler olduğu zaman kapı açılır ve eşyalarımı elimden alıp, "Hoşgeldiniz, Bayan White. Bay Bieber sizi odasında bekliyor." demeleri gerekli fakat hayatın tokadını yemiş insanlar topluluğu üyesi olduğum için buna pek gücenmemiştim.

Bildirim sesini tekrar duymuştum ama ellerim dolu olduğu için yazamıyordum. Zaten, "Bay-ben-herşeyde-en-iyisiyim-bana-tapınabilirsiniz" azıcık centilmen olsaydı beni kapıda karşılardı. Tamam, bu az önce ki olasılıktan daha imkansızdı. Çünkü bahsettiğimiz şahıs, öküzün hammaddesi olmakla meşguldü.

Asansörün kapısı kapanınca kat 15'e tıkladım. Tekrar aynaya bakma dürtüsüyle döndüm ama beynim bunu şiddetle reddediyor, üstelik kendimden şüphelenmeme neden oluyordu.

Sen beyinsin, kapa çeneni ve koluma, bacağıma komut ver.

Aynaya döndüm ve suratıma baktım. Nadiren çıkan ufak kızarıklıklarım hariç yüzüm temizdi. Fakat dudaklarım biraz fazla kuru görünüyordu.

"Acaba biraz dudak balmı falan mı sürsem?", diye mırıldandım. Ardından kendime cevap verircesine, "Hayır, canım. Ne gerek var?"

Neden bir insan kendiyle polemiğe girer ki? "Dudağım kuruduğu için sürüyorum. Sadece bu." diyip sırt çantamın ön gözündeki bölmeyi açmaya çalıştım. Başardığımı sandığım zaman elma-tarçın (evet tarçın kokusuna bayılırım,) karışımı nemlendirici el kremimde yeri boylamıştı.
Uzanıp almaya çalışırken, ön bölmenin yarısı kafama çarparak nemlendiricinin kader ortağı oldular. "Kahretsin!" diyip kafamı ovaladıktan sonra asla yapmayacağım diyebileceğim şeyi yapıyordum, 'tüm eşyalarımı zemine koyup' çantayı toparlamaya başladım.
Elime gelen böğürtlenli dudak balmına kaşlarımı çattım.
"Senin yüzünden oldu ne olduysa."  Alıp kızgın bir ifadeyle dudağımı pembeleştirirken, kendime bakıp dudaklarımı büzdüm.

Ki o sırada asansörün kapısı açıldı. Suratımdaki ördek misali ifadeyle aynadan kapının hizasına baktım.
Yüzüme tava yemişim de dümdüz olmuşum gibi duruverdim.

Justin ve aptal gülüşü yerine o tavayı suratıma yemeyi tercih ediyorum.

Hemen şimdi.

"Bana mı süsleniyorsun, Rainy?" dedi ve o beni sinir eden gülüşü suratına yerleşti.
Eşyalarımı sertçe alıp, kendimi asansörün dışına attım.
Utançtan kızaran yanaklarımı görmesin diye kafamı çevirirken, "Bu sahne hiç yaşanmadı, Bieber." diye mırıldandım.

"Ama ben sana o tapılası suratını getirme dedim, hiç söz dinlemiyorsun. Böyle giderse maaşını düşürürüm." dedi. Çatılmış bir çift kaş ile ona döndüğümde, ellerini 'teslim oldum' dercesine havaya kaldırdı. Ama yinede öksürene kadar gülmeye devam etti.
Odasına girerken bana kapıyı açtı, "Buyur bakalım, ördek surat." dedi ve sinsice gülümsedi.

Ben ise suratım mutsuzluktan yerde sürünecek gibi içeri girdim.

Hayır, anlamıyorum. Koskoca otelde, rezil olacak tek kişi Justin miydi?
Artık kiliseye falan gitmeyeceğim.

Üstelik ben bu çocuğu hiç anlamıyordum. Hangi uyuşturucuyu kullanıyorda kafası bu kadar geniş olabiliyor? Bir gün bana nefret kusarken, bir gün beni ilgi odağı yapabiliyordu.

Mal.

Koltuğu işaret ederek 'otur' dediğinde, eşyalarımı beyaz deri koltuğun yanına yerleştirdim ve usulca oturdum.
O sırada telefonumu cebimden alıp, Aaron'ın yazdığı mesajı okumaya başladım.

Aaron: Ve şimdi de senden numaranı istiyorum. Biraz yüzsüz gibi oldu fakat seviye ilerleterek seninle buluşmak istediğimi dile getirmeye çalışıyorum.

Tekrar liseye dönmüş gibi hissetmeme neden olan heyecanımla gülümsemeye başladım. Sanırım bu sıralar şans pıçıyordum. Önce güzel bir iş, ardından yakışıklı bir flört! Üstelik buluşmak istiyor.
Tekrar kiliseye gitmeye karar verdim, tanrım.

"Baktığın benim resimlerim değilse bu gülüşün nedeni ne Bayan Tapılası-surat?" diye sorduğunda Justin'e  bol küfürlü bir bakış attım. İçimden küfür ediyorum çünkü terbiyeli bir kızım.

Sesimin ciddi çıkması için uğraşarak, "Bu sizi ilgilendirmez Bay Egom-maaşımdan-fazla."

Yanıma daha fazla yaklaşarak, "Bakalım o zaman.." diyip elimdeki telefonu aldı. Geri almaya çalışırken ayağa kalktı ve gözlerini ekrana kilitledi.

"Ne yapıyorsun?!" diye çıkıştığım sırada ayağa kalkıp telefonuma uzandım. O ise telefonumda, benim telefonumda birşeyler yazıyordu.
Telefonumu almamam için sırtını bana doğru çevirdiğinde, sırtıyla aramızda santimlik bir mesafe bile yoktu.
Sinirden burnumdan soluduğum için, (artık portakal-tarçınımsı kokusu değildi.) parfümü ciğerlerime işliyordu. Ben elimi uzattıkça bedeni daha çok bana yaslanıyor fakat hep bir adım tersime dönüyordu.
İki elimi kollarının çevresinden dolayıp, "Versene!" diye bağırdığımda, kollarımın arasındaki bedenini bana doğru çevirdi.
"Bana sarılmak istediğini bilmem gerekirdi, White." dediğinde güldü. Ben ise bulunduğumuz pozisyonun farkına varıp kıpkırmızı olmuştum.
Kollarımı çekmeye çalıştığımda, (telefonum hala elindeyken) kollarını boynuma dolayıp, "Bana aşık olduğunu anlamam gerekirdi. Tıpta bunun adı 'Bieberfever', çekiciliğime dayanamadığın için utanmana hiç gerek yok." dediğinde kızarmamın sebebi utanmak değil, aşırı sinirlenmemden dolayıydı. Bedenini, bedenimden ayırmak için kollarımı tüm gücümde kullanmaya çalışırken beni durduran birinin sesi oldu.

"Bu da ne demek oluyor?" ve kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde, buz gibi kalmıştım.

Ehuehe bay fücük, ne kadar da komiksiniz.

Geç kaldığı için üzgünüm bu sıralar çok yoğunum, ders ve iş birbirine girdi. (Uzun zaman gelmeyen ibüne ilhamımda cabası tabii.)

Herneyse, ben bu bölümü beğenmedim fakat sonu güzel geldi.

Yorumlarınızı duymak için can atıyorum

Bölüm sorusu: Sizce bu mütüşlü sahneyi bozan mıymıntı kim?

Bence ben kdödödöfm




Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 08, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

sahne arkası masalım•// jb-dlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin