Kris uyandığında kendini boş bir depoda buldu. Bu da bir gelişme sayılırdı, en azından bu sefer farelerle dolu kokuşmuş bir kanalizasyonda değildi. Bileklerine dolanmış zincirlerin ağırlığı artık ona tanıdık geliyordu, bu yüzden vücuduna sarılmış demir parçalarını umursamadan etrafını süzdü. Deponun içi bir insanın önünü göremeyeceği kadar karanlıktı. Kris'se küçük pencerelerden içeri giren ışık sayesinde depoyu en ince detayına kadar inceleyebilmişti.
Depo en az Rose Malikanesi kadar genişti, üstelik içerisi o kadar boştu ki bu genişlik gözünde daha da büyüyordu. İçeride birkaç kum çuvalı ve zincirden başka neredeyse hiçbir şey yoktu. Kris deponun en ucuna yerleştirilmiş kare şeklindeki şeyleri tam olarak göremiyordu. Dışarıdan gelen durmak bilmeyen araba seslerine bakılırsa otobanın kenarında bir yerde olmalıydı. Otobanın kenarındaki boş bir depo... diye düşündü. Burayı bir yerden tanıyordu. Belki şehrin dergisinde ya da yerel haberlerde görmüştü.
Kendini biraz daha zorlayıp tutulduğu yerle ilgili bir şeyler yakalamaya çalıştı. Burnuna baskın olarak egzoz ve toz kokusu geliyordu. Ah, bir de çürümüş ceset kokusu vardı, hem de birden fazla ceset. Kendini biraz daha zorladığında solan onca çiçeğin kokusunu da almayı başardı. Buralarda bir yerde bir de mezarlık olmalıydı.
Otoban, bir mezarlık ve boş bir depo...
Kris uzun zamandır şehrin kütüphanesi ya da yakınlardaki Zagreus'un Külleri'nden başka bir yere gitmemişti, çocukluğundaysa böyle bir yere gelmediğine emindi. Peki o zaman, neden burası ona bu kadar tanıdık geliyordu?
Garip bir şekilde beyni bu depoyu Tao'yla bağdaştırıyordu. Buraya daha önce Tao'yla mı gelmişti? Hiç sanmıyordu. Tao'yla geçirdiği zamanı en küçük ayrıntısına kadar hatırlıyordu, anılarının hiçbirinde böyle bir depo yoktu. Sesli bir şekilde nefes alıp burnuna dolan kokuyu ölçtü. Vampirler tıpkı hayvanlar gibi içgüdülere sahipti, Kris vücudunun verdiği tepkiden bu kokuya aşina olduğunu anladı.Tavana yerleştirilmiş floresanlar büyük bir gürültüyle açıldığında yerinden sıçradı. Kendini nerede olduğunu anlamaya o kadar kaptırmıştı ki içeri giren üç vampiri ancak görüş alanına girdiğinde fark edebilmişti. Bunlar onu kaçıran vampirlerdi, vücudu onları tanımış ve harekete geçmişti. Kris uzayıp dilini kesen köpek dişlerini kısık bir inlemeyle karşıladı. Tpkı zincirler gibi ağzına tıkılan bezlere de alışmak isterdi ama uzayan dişlerinin beze yaptığı baskı dayanılmazdı.
Depo uzun bir süre boyunca topuklu ayakkabıların sesiyle yankılandıktan sonra tamamen sessizliğe büründü, kadın hemen önünde durmuş küçümseyen gözlerle onu süzüyordu. Kris kadının ağzındaki bezi çıkarmasını diledi, ona cevap alamayacağını bilmesine rağmen sormak istediği bir yığın soru vardı. Onu büyü yaparken gördüğüne emindi, belki de vampir kardeşlerin kullandığı büyülü zincirleri de o yapmıştı. Kris ne kadar asil olursa olsun daha önce camiada onun gibi büyü yapabilen bir vampirle karşılaşmamıştı. Bu kadın her ne ise kesinlikle vampirlerin çoğundan güçlüydü.
"Demek sonunda gözlerini açabilmeyi becerdin, büyümün seni bu kadar etkileyeceğini hiç tahmin etmemiştim."
Kaç gündür uyuduğunu hesaplamaya çalıştı. Çoktan birkaç gün geçtiğine göre kimse onu kurtarmaya gelmemiş olmalıydı. Panik ve kırgınlık vücuduna aynı anda yayılıp onu sersemletti. Tao'nun gelip onu kurtaracağına dair umutları yok olup gitmişti. Ne bekliyordu ki? Arkasına bile bakmadan onu bırakıp giden ikizi neden onu kurtarmaya zahmet edecekti ki?
Çırpınmaya başladı, kadının gözünü korkutmak istiyordu."Ah, sakin ol. Zaten birazdan o zincirlerden kurtulacaksın, Patron seni almak için yola çıktı bile."
Kris kadının neden bahsettiğini anlamıyordu. Arkada dikilip sessizce onları izleyen kardeş vampirler de bir Patron'dan bahsetmemiş miydi? Nasıl bir belaya bulaşmıştı böyle? Patron dedikleri kişi ondan ne istiyor olabilirdi ki?
Çırpınmayı kesip bütün dikkatini bileklerindeki zincirlere verdi. Zincirlerden yayılan kara büyüyü hissedebiliyordu. İç sesi bunu yapabileceğini tekrar ederek onu cesaretlendirmeye çalışıyordu.Kris Rose, Rose ailesinin en genç yaşta donan üyelerinden biriydi. Onun damarlarında her canlının uğurunda ölebileceği altın kan akıyordu. Ah, Kris Rose kesinlikle basit bir cadının büyüsünün üstünden gelebilirdi. En azından böyle umuyordu. Hem o kadar canavarı kısa bir sürede yere seren kimdi? Ya da camianın en çok korktuğu vampir, Gerard Rose'a kafa tutan kimdi?
Oydu.Kris artık eski pısırık 'vampircik' değildi.
Kendine verdiği cesaretle bileklerini birbirinden ayırmaya çalıştı, ama zincir bir milim bile kıpırdamamıştı.
O sırada kadın vampir, Kris'in harcadığı gücü fark etmemiş gibi arkasını döndü. Diğer iki vampir de şimdi deponun kapısına bakıyordu. Demir kapı hafifçe aralanmış ve karanlıkta uzun ince bir gölge belirmişti. Kris korkuyla nefesini tuttu.Patron gelmişti.