Üst katımda yaşlı bir teyze oturuyor. Adile teyze... Kaç yaşında olduğunu bilmiyorum. Annemin, çok sevdiği bir kadındı. O da annemi çok severdi. Hâlâ annemin anısına ara sıra bana yemek gönderir. Benim küçüklüğümden beri hiç değişmedi. O zaman da 70'li yaşlarda gösteriyordu, hâlâ aynı... Bu, iyi mi, kötü mü bilmiyorum.
Adile teyzenin, benim için farklı bir yeri var. Annemin yokluğunu bana hissettirmemeye çalışan bu kadına hak ettiği zamanı ayıramasam da onun beni karşılık beklemeden sevdiğini bilmek güzel...
Bence her insanın bir Adile teyzesi olmalı... En azından canı sıkıldığında yanına gidip dertleşebileceği, kız arkadaşıyla tartıştığında "Bizi barıştır." diyebileceği bir büyüğü olmalı...
Emekli bir banka memuresi olan Adile teyzeyi tanıdım tanıyalı tek başına yaşıyor. Bir zamanlar "Yumak" adını verdiği bir de kedisi vardı. Sonra ona ne oldu bilmiyorum. Bilmediğime göre kesin ölmüştür.
Birkaç yıl öncesine kadar çok kitap okurdu. Bunu, bana da verdiği kitapların bazı sayfalarındaki cümlelerin altını çizmesinden de anlayabiliyordum. Sonra ne olduysa bana pek kitap vermemeye başladı.
Fazla zaman geçmeden bunun sebebini öğrendim. Tüm dünyayı kasıp kavuran sosyal medya rüzgârına Adile teyze de kapılmış, ilerleyen yaşına rağmen açtığı Facebook hesabından bir sürü arkadaş edinmişti. Hatta bu konuda hızını alamamış ve oradan tanıştığı arkadaşlarını gerçek hayatına da kabul ederek, yalnızlığını hafifletmeye çalışmıştı. Bana anlattığı kadarıyla bu arkadaş grubunun en büyüğü kendisi olduğu için, ayda bir Adile teyzenin evinde toplanma kararı almışlar. Bu sebeple ayın bir günü Adile teyzeye gelen Facebook ablalarının yaptığı pasta ve böreklerden, Rus salatası ve kısırlardan ben de faydalanıyorum.
Adile teyze... Biriktirdiği ne anıları vardır şimdi?
Aşk acıları, hayal kırıklıkları, ilerleyen yaşına rağmen umutlar, bekleyenler, bekletenler, beklenenler... Neler, neler...
Yukarı çıkıp, işe onun anılarını dinleyerek başlayabilirim. Kendi fikrime kendim ikna olduktan sonra hemen kıyafetlerimi değiştirip ses kayıt cihazımı da yanıma alarak Adile teyzenin kapısına gidiyorum. O da ne? Kapının önünde onlarca kadın ayakkabısı... Anlaşılan, çok yanlış bir zamanda gelmişim. Adile teyzenin Facebook arkadaşları toplantısı bugün olmalı... Peki, neden bana pastalar, börekler gelmedi? Belki de zili çaldılar ve ben duymadım. En iyisi inip, akşamüzeri tekrar gelmek... Hem daha başka oluyor akşamları muhabbeti...
Sağ ayağımın üzerinde atletik bir hareketle geri dönmemle, Adile teyzenin kapısının açılması bir oluyor. Kapıda beliren otuzlu yaşlarda bir kadın, yanındaki diğer kadına akşama tekrar geleceğini söylüyor, bir yandan da ağlıyor. Tüm bu olanlara bir anlam veremeyen ben ise en ebleh hâlimle kadınları seyrediyorum. Gözlerimi kırpıştırarak kısık bir sesle "Ne oldu?" diyebiliyorum sadece. Kapının iç tarafındaki biraz daha yaşlıca kadın "Adile abla..." diyor.
"Adile ablayı kaybettik."
Olamaz! Böyle bir haberi almam için hiç de uygun bir gün değil. Belki de saçmalıyorum. Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, ağlamayı sevmeyen bir insanın, gözyaşlarına hâkim olamamasının verdiği çaresizlik...
Hiçbir şey söylemeden, koşar adımlarla evime geri dönüyorum. Dağınık bıraktığım yatağa Hülya Koçyiğit modunda, çaprazlama atıveriyorum kendimi. Annemin ölümünden sonra ilk defa deliler gibi ağlıyorum. Tamam, itiraf ediyorum. Aslında Adile teyzeyi çok iyi tanıdığım için ya da onu çok sevdiğim için falan değil gözyaşlarım... Ama o, benim dert küpümdü. On, on beş günde bir bile görsem, sorunlarımı onunla paylaşırdım. Tecrübeliydi. Sevecendi. Burçin'le tartışır, soluğu onun evinde alırdım. Bizi barıştırmak için kaç akşam yemeği organize ettiğini ben bile bilmiyorum.
Şimdi ise tutunduğum son dalı kesmişler gibi hissediyorum. Sanki koca İstanbul'daki son ağacı kesmişler gibi... İstanbul, şimdi nasıl nefes alacak? Annemi kaybetmiş, Burçin'den ayrılmış, işten kovulmuş olmam yetmiyor gibi şimdi de Adile teyzeyi kaybetmiştim. En acısı da bir daha asla görmeyecek olmam.
Hemen doğrulup, yatağımın üzerinde bağdaş kuruyorum ve öne-arkaya hızlıca sallanmaya, sallanırken de düşünmeye başlıyorum. Adile teyze için şimdiye kadar ne yaptım? Hiçbir şey! Kocaman bir hiçbir şey! Ben gerçekten sorumsuz bir insan mıyım? Bu kadar bencil biri miyim gerçekten? Ayda, yılda bir hâlini-hatırını sormanın dışında ne vermiştim bu kadına?
Hiçbir şey...
Bir insan öldükten sonra ne yapılır ki? Annem öldüğünde, Adile teyze ve diğer komşular yemek yapıp getirmişti. "Ölü evinde üç gün ocak yanmaz." derdi rahmetli annem; ama ben kime yemek yapacağım? Onun evinde artık kimse kalmadı.
Helva... Bir de helva yapmışlardı. Bunu neden yaptıklarını bilmiyorum; ama apar topar marketin yolunu tutup, internetten tarifini ve içindekileri öğrendiğim helva için malzemeler satın alıyorum. Eve gelip, işe koyulsam da nasıl yapılacağını bilmediğim bu şeyi beceremiyorum. Hayattayken onun için tek bir şey yapmadığım yetmiyormuş gibi öldükten sonra da arkasından bir şey yapamamış olmanın verdiği burukluk sadece yüreğimi değil, tüm bedenimi kaplıyor.
Saate bakıyorum. Öğle ezanı yaklaşıyor. Hiç olmazsa cenaze namazına gidebilirim. Bu, daha önce hiç yapmadığım bir şey... Hatta annem öldüğünde bile evde kalıp, odamın kapısını kilitleyip ağlamayı tercih etmiştim; ama Adile teyzenin cenaze namazına gitmeliyim. Cenaze namazının nasıl kılındığını bilmesem bile en azından oralarda bir yerlerde olup, ruhumu rahatlatmalıyım.
Yinekendimi düşünüyorum. Ben gerçekten bencil ve sorumsuz bir insan mıyım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK KULLANILMIŞ KALPLER DÜKKÂNI
Roman d'amourKitabın içinde geçen olayın aşkla alâkası yoktur. Aşkın, bu olayla alâkası vardır. "Aşığım" diyenler bu kitabı okumasın. Çünkü aşk, "Aşığım!" diyemeyecek kadar hâlsiz bırakan bir hâldir.