Merhabalaaaaarrrr:)
Keyifli okumalar....
Minis, büyükannesi ve büyükbabasıyla İstanbul'un küçük ama şirin ilçesi Tuzla'da yaşıyordu. Üç kişi olmalarına rağmen evleri dört kat üzerine kurulmuş, deniz kıyısına yakın büyük bir bahçenin içindeydi. Çoğu ev sakinleri burayı yazlık olarak kullanmalarına rağmen Yannis ailesi dört mevsimi de burada geçiriyorlardı.
Her zamanki gibi Minis telaşla hazırlandı, bir yandan ayakkabılarını giyiyor, diğer yandan da, "Hadi büyükanne, ben gidiyorum... Sınavım var, kızlar beni bekliyorlar... " diyerek içeriye seslendi.
Okula her gün büyükbabasının şoförü götürürdü Minis'i. Minis ise çoğu zaman bu durumdan şikâyet ederdi. Diğer arkadaşları gibi yalnız gitmek ve dikkat çekmek istemezdi. Bazen de kendisine ait küçük bir otomobilinin olmasını, yalnız başına özgürce gidip gelmeyi istiyor fakat bu konuda ailesini ne yazık ki ikna edemiyordu. Şoförün hazır olmadığını görünce, "Ali Efendi neredesin? Acele eder misin?" diyerek seslenmeye başladı. Ali Efendi hemen arabayı hazırladı, kapıyı açtı. Minis arka koltuğa oturdu ve yola koyuldular. Her gün aynı arabayla okula geldiğinden, o kasvetli siyah Mercedes herkesin ilgisini çekerdi. Kampusun giriş kapısına vardıklarında, Ali Efendi hemen arabadan iner, Minis'in kapısını açardı. Bugün Minis, Ali Efendinin kapıyı açmasını beklemeden kendisi kapıyı açtı ve tam arabadan ineceği an karşısında dikilen uzun boylu, ince yapılı, siyah dalgalı saçları ve simsiyah ışık saçan bir çift göze takıldı. Sanki o an içinin eridiğini hissetti, birazda utangaç bir ifadeyle hemen gözlerini o siyah bir çift gözlerden ayırdı, hızlıca arabadan inip koşar adımlarla kantine doğru yürümeye başladı.
Kantine girdiğinde hiçbir şeyle ilgilenmiyor yalnızca gözleri boş masa arıyordu. Şuan kimseyle çene çalacak, zaman geçirecek dermanı yoktu.Giriş kapısının tam karşı tarafında oturan gurubun masadan ayrıldığını fark etti, hemen o masaya geçti. Şuan uçsuz bucaksız bir çölde avare avare dolaşıyordu. Bacakları titriyor, kalbi ritmik bir saat gibi hızlıca atıyor, hatta kalbinin tıkırtısını bile hissedebiliyordu. Neden o çocuğu her görüşte bu şekilde oluyordu? Adını koyamadığı hisler neydi? İnsan hiç konuşmadığı, kim olduğunu dahi bilmediği birinden bu denli etkilenir miydi? Tüm bu düşünce savaşlarının içinde, arkadan bir ses duyar gibi oldu, "Af edersiniz, yanınıza oturabilir miyim?" diyordu o ses. Yavaş bir hareketle kafasını kaldırdığında karşısında o ışık saçan gözleri tekrar gördü. Ne yapacağını bilmeden heyecanlı ve titrek bir ses tonuyla, "Tabi, otura bilirsiniz." diyebildi.
" Merhaba ben Doğan, Matbaa öğretmenliğinde okuyorum ya siz?" Aslında bu sözleri söylerken bile tereddüt yaşıyordu. Kötü bir tepki almaktan korkuyordu. Sanki ulaşılması güç biriyle konuşmak gibi bir durumdu onun yaşadıkları. Minis ise şaşkındı, dili, tutulmuşçasına yalnızca boş bakışlarla bakıyordu.
" Herhalde sizi rahatsız ettim..." dedi, Doğan.
"Hayır! " Bu kelime Minis'in ağzından öyle bir çıkmıştı ki, keskin bir ıslık sesi gibiydi. Bunu hissettiği an kendini toparlaması gerektiğini düşündü. Aslında onunla tanışmayı öyle çok istiyordu ki ama bunu hemen belli etmemesi gerektiğini düşünüyordu. Son birkaç haftadır aslında tek istediği onunla tanışabilmekti ve bu imkânı bulmuşken kaybedemezdi.
"Ben Minis, Makine öğretmenliğinde okuyorum. Bugün son vizelerim var, biraz sınavları düşündüğüm için dalgınım herhalde, siz kusuruma bakmayın."
" Ne kusuru, rica ederim? Sadece ilk anda sizi rahatsız ettiğimi zannetmiştim." dedi, Doğan. "Benimde sınavım var biraz sonra... Bu arada arkadaşlarınız yok mu bugün? Genelde sizi fazla yalnız görmüyordum, yani sürekli kızlarla geziyordunuz."
" Banu ile Buse kütüphanede ders çalışıyorlar..." Gerçi arkadaşlarıyla çokta samimi değildi, sadece okul içinde görüşüyorlar, bunun dışında muhabbetleri yoktu. Aslında kızların ikisi de çok iyi ve sevecenlerdi. Fakat Minis ailesinin kurallarını bildiği için arkadaşlıklarını okul dışına taşıyamıyordu. Çünkü ailesi önce evlerine davet etmeyi ve onları tanımayı isteyecekti, bu da Minis için utanç verici bir durumdu. Bu yaşta lise öğrencisi gibi muameleler yapılmasına anlam veremiyor, bu nedenle arkadaşlarını ailesinden uzak tutuyordu.
"İnşallah daha sonra tekrar görüşürüz, ne dersin Minis?"
"Neden olmasın?"
***
Minis ilk güne öyle bir dalmıştı ki, gözlerini açtığında yüzünde acı bir tebessüm vardı. Usulca yatağından kalkıp, aynanın karşısına geçtiğinde kendini tanıyamayacak derecedeydi. Gözaltları morarmış, göz kapakları balon gibi şişmiş, yüzü kızarmış, alnında çizgiler oluşmuştu. Bu haliyle neredeyse on yaş yaşlanmış gibiydi. Ayağa kalkmak istediğinde artık bacakları vücudunu tartmıyor, başı dönüyordu. Hemen kendini yatağına attı ve baygın bir halde yatağa uzandı. Neden Doğan'ın değiştiğini anlamaya çalışıyordu. Ailesinden ayrıldığı son geceyi düşündü, nerede hata yapmıştı? Bu gece hatalarıyla yüzleşmek istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELKİ BİR GÜN
RomansaSınırlar ve önyargılarla örülü bir dünyada, Hatay'dan Atina'ya uzanan, yüreği İstanbul kadar karmaşık, aşkı Karadeniz kadar vahşi bir kızın öyküsü... Peki, aşk onun için her şeyi terk etmeye değer miydi?