Siyah paltumu giyerken aradan geçen iki haftamı gözden geçirdim. Tüm zamanım evde, düşünmekle geçmişti.
Renksiz bir yaşama sahip olmak büyük bir eksiklik gibi geliyordu. Her zaman kendini arka plana atan bir Amnesia için büyük işler başarmak mühimdi. Yapmam gerekenleri bu süre içinde toparladım.
Mesela renklerin tonları ayırt edecek bir özellik bulabilmekle başlayabilirdim. Böylece o özellik eşittir o renk olacak buna göre eksikliklerimi dolduracaktım.
Bayan Kelsey haklıydı. Tanrı dünyamın renklerini almıştı ama zihnime tüm renkleri alacak genişlik vermişti. O pembe sandalye gibi bunu da başarabilirdim. Yani sanırım.
Sonbaharın kırıcı günlerinde beni meşgul etmeyen bir renge bürünmüştüm. Bu renk dünyamın büyük bir kısmını kaplıyordu, Tanrının anneme hediyesi bir renkti: Siyah. Kasvetli değildi; siyah ağaçlara, siyah yollara, siyah çiçeklere bakarken gülebiliyordum.
Annem hazır evde yokken dışarı çıkıp Justin'i bulacaktım. Turtle of Rainbow çalışma saatlerine genellikle annem evdeyken denk gelirdim. Sanırım bugün şanslıyım.
Akromatopsi gözlüğümü burnuma itip siyah beyazın kıkırtılarının, gözyaşlarını birbirine karıştığı sokaklardan yürüdüm.
Gözlüğüm öğlen ışığını biraz da olsa azaltarak görüşümü daha net yapmıştı. Hastalığımın tedavisi yoktu fakat sadece ışığı kısan bu gözlükler bile benim için yaşanılabilir dünya demekti.
Sonbaharın koyulu açıklı yaprakları ayağımın altında ezilirken Japon caddesine giden ara sokağa saptım. Bu sokak, yüksek binalar nedeniyle neredeyse hiç güneş almıyordu bu yüzdendir ki bu sokaktan geçtiğimde tam anlamıyla görme yetimi kaybediyordum. Geri geri gidip ara sokağın başında durdum. Ana yola vuran ışıkla, bu ara sokakta biraz olsun güvenli, bir araca veya binalara ait merdivenlere çarpmadan gidebileceğim aydınlıkta yerlerin bulunup bulunmadığına baktım; fakat Tanrı gözlerimi birkez daha unutmuştu.
Güneşin biraz daha Batıya gelmesini bekleyeceğim bir kaldırıma oturmak zorunda kaldım.
Ne kadar bekleyeceğimi bilmiyordum; ama sokakta yalnız başıma olduğum her dakika korkuyordum.
Elimi dizlerime yerleştirip etrafıma bakındım.
Justin'i en son geçen yaz, Turtle0 of Rainbow'da görmüştüm ve hastalığımı ögrendiğini anladığım gibi çareyi kendimi eve kapatmakta bulmuştum. Evde eğitimimde yeni dönem başladığındaysa Bayan Kelsey bana büyük cesaret aşılamıştı. Buna rağmen bana yardımcı olacak birine ihtiyacım vardı.
Bayan Kelsey'le o dersimizden sonra aklıma annem gelmişti; fakat o benim bu dış dünyayla başlayacak ilişkimi tehlikeli bulabilirdi, bulurdu ve bu benim için üzülmekten başka bir şey değildi. Annem, Renklere Ulaş panelinde geçen "Akromatopsi bireylerinin reşit olma gibi durumları maalesef ki yoktur; hem hastalığı atlatmak için hem de hastalığı zorlaştıran etkilerde indirgenme için bir el olma niteliğine yaşamları boyunca ihtiyaç duyacaklardır" sözüne fazlasıyla önem veriyordu. Ben bu hastalığı kabullenme evresini çoktan geçmiştim fakat Bayan Kelsey'in dediklerinde ve muhtemelen sonrasında bile birine ihtiyacım vardı.
Ara sokağın loşlaştığını fark ettiğimde oturduğum kaldırımdan kalktım. Aklıma gelen kötü senaryoların gerçekleşmediği için Tanrı'ya şükrettim. Kaçırılsaydım veya gasp edilseydim düşünmek bile istemediğin zorluklardan ötürü yaşadıklarımı unutmaktan başka çarem kalmazdı.
Annemin bir gün önceden koltuğuma bıraktığı ve söylediğine göre buz mavisi olan kaprimi silktim. Gözlüğümü düzeltip unutulmuş yoldan unutulmuş biri olarak ilerlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
akromatopsi ☹ bieber
Fanfiction"Hey! Renkleri görmen gerekmiyor Amnesia. Sen, özel sandıklarının yapmadığını... Tanrım, Onlar sadece göze hitaplarına bakıyorlar. Sen, gördüğün siyah-beyazlık içinde enerjilerini, duygularını hissedebiliyorsun. Tüm renkleri sevdiğini biliyorum ama...