"Kız, tipsiz kaç saattir sana sesleniyorum kalksana artık!" diye bağırdı Oya saçımı tutup beni kaldırırken. Acıyla bağırdığımda gözlerim çoktan açılmış, karşımdaki cadıya ölümcül bakışlar atmaya başlamışlardı.
"Çabuk zıkkımlan işe geç kaldın." Oya sırıtarak odadan çıkarken can acısıyla başımı ovuşturuyordum.
Oya, nam-ı değer başkan. Bizden sadece on yaş büyük olmasına rağmen her zaman evin acımasız annesi gibi davranırdı. Ondan hem nefret ediyor, hem de ona karşı mecburi bir sadakat besliyordum.
Başım hala acırken kalkıp odadan çıktım, ardından hızlı adımlarla banyoya girip kapıyı kilitledim. Gereken işlerimi halledip saçımı taradıktan sonra banyodan çıkıp odama geri döndüm. Dolabımın kapaklarını açıp garson kıyafetlerimi çıkartırken bir yandan saate bakınıyordum.
"Yirmi dakikaya yetişemem ki anasını satayım." diye söylenirken çıkardığım kıyafetleri öylece dolabıma tıkıştırdım. Kutu gibi dar olan odamdan koşturarak çıkarken aynı zamanda oldukça eski model olan telefonumu arıyordum. En sonunda onu Ece'nin odasında bulabildiğimde çantama gerekli olan şeyleri atıp kahvaltı etmeden evden çıktım.
Kafeye yaklaşık olarak on dakika geç kalmıştım ve geldiğimde patronumuz elleri belinde ve kaşları çatılmış bir şekilde benden açıklama beklediğini gösteriyordu. Ellerimi arkamda birleştirip öne geriye doğru sallanmaya başladım.
"Seni dinliyorum Jale." dedi patron sinirli olmasına rağmen sakin olan sesiyle.
"Uyanamadım." dedim soğuk bir ses tonuyla.
"Madem hep uyanamayacaksın, neden bu işe girdin!" diye kükrediğinde içimden oldukça tırssam da dışa yansıtmamak için özenle çaba gösterdim.
"Özür dilerim."
Patron, bana ceza verirmiş gibi dakikalarca nutuk çektiğinde sırf kulaklarım daha fazla kanamasın diye 'tamam' 'bir daha olmaz' gibi şeyler söyleyip onu yatıştırdım. En sonunda gittiğinde derin bir nefes aldım. Bu işe gireli iki gün olmuştu ve buradan da atılırsam kesinlikle Oya beni o upuzun tırnaklarıyla öldürürdü.
Günün geri kalanında elimden geldiğince müşterilere küfretmemek için uğraşıp, sakin kalmaya kendimi zorladım.
'Ne istersiniz' diye soruyorum kibarca,
'Şu olsun, ya da yok bu, acaba şu mu olsa, sence ne alayım?' diye başlıyorlar.
Sonra gel de sakin kal arkadaş!
"Jale oyalanmayı bırak da bir an önce 14 numaranın siparişini al."
Gülnur teyzeyi başımla onaylayıp elime not defterimle kalemimi aldım ve 14 numaralı masaya doğru ilerledim.
Bu kafe oldukça büyük ve saygın bir yerdi, dolayısıyla zenginler ve züppelerin mekanıydı. Onlarla uğraşmak öylesine zordu ki. Şımarık ve egoist olmalarıyla baş edemiyordunuz. Sizi delirtiyorlardı kesinlikle.
14 numaralı masa da tam olarak böyle züppelerle doluydu. Baba parası yiyen, kendini bir bok zanneden ve kendilerine 'playboy' 'popi' gibi lakaplar takınan, önüne gelen kıza yavşayan, insanları zenginlikleriyle ezen tiplerdi bunlar. En zoru bunlar oldukları için Tanrıdan sabır dileyerek masaya yaklaştım ve en kibar halimle -ki bu şekilde onlar bana sataşmaz heralde diye düşünerek-
"Ne alırdınız?" diye sordum. Kahkaha atmayı kesip bana döndüklerinde bıkkınlıkla beklemeye başladım. Mavi gözlerinin etrafında siyah kemik gözlüğü olan sırıttığında,
"İşte," dedim "Seni delirtmek için ne söylesem diye düşünüyor."
Sırıtmasını bozmadan,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses Okulu
Teen FictionSosyetece ünlü, tahmin edilemeyecek kadar zengin, Taner ailesinin biricik kızı Jale. Ve oldukça fakir, girilmek istenmeyen bir mahallenin bir gecekondusunda, asgari ücretle kıt kanaat geçinen kocaman bir ailenin kızı Asena. Bu iki kız, büyük bir te...