Hayatta gerçekten berbat olan belirli bir kaç şey var. Sütün son kullanma tarihinin geçtiğini fark etmeden önce büyük bir kaseye mısır gevreği boşaltmak, "rutubetli" kelimesi, tüm basket takımının önündeyken salata barına yüzüstü düşmek...
"Uçak kuşa çarptı!"
Aras Soylu'yla aynı uçakta olmakda bunlardan biri.
İki sıra önümdeki Aras, uçağımızı bungee jumping yapıyormuşçasına zıpladıkça alay edercesine ellerini açmış, dua etme numarası yapıyordu. Bungee jumping'innasıl bir şey olduğunu bildiğimden değil; sonuçta bedenime sarılmış bir iple yüksekten atlamaktansa heceleme yeme yarışmasına katılmayı tercih ederim. En azından heceleme yarışmasından bir madalyayla çıkabilirim.
Uçak birkaç yüz (bin?) metre düşerken ben korkudan gerilmiş halde koltuğun kolçaklarını okadar sıkı tutuyordumki parmak eklemlerim bembeyaz kesilmişti. Aras'ın duaları belki şakaydı ama benimkiler gerçekti. "Allah'ım lütfen İstanbul'a sağ salim inebileyim... Bu sırada Aras'ın çenesini kapaması için de bir şeyler yapabilirsin belki, hı?
Uçmaktan nefret ediyorum. Çok ciddiyim. NEFRET EDİYORUM! Metal bir tüpün içinde bulutların arasından süratle geçip gitmek bence çok yanlış. Sapanla okyanusun üzerinden fırlatılmak kadar saçma.
Shakespeare cep kitabımı önümdeki koltuğun arkasındaki cebe sıkıştırıp yemek tepsimin üzerinde birbirine girmiş dergileri teker teker düzenledim.
"Düşüyoruz!" Tabii ki, yine Aras'tı.
Uçak öncekinden daha kötü bir şekilde sarsılmaya başladı. Dizlerim yemek tepsisine çarpınca henüz bitiremediğim fıstıklar ve tüm dergi yığını koridora uçtu. Yine içgüdüsel olarak kolçakları tuttum ve yanımdaki iş adamı ciyak ciyak bağırdı.
Eyvah! Kolçakları değil, adamın uyluğunu tutmuştum. (Biraz yumuşak olduğunu fark etmiştim zaten.)
Sessizce özür dileyip kolçakları bu sefer gerçekten ölümcül bir kuvvatle sıktım.
Nefes al. Nefes al. Gözlerimi kapayıp bizim tayfayı hayal etmeye çalıştım. Garip ama aklıma gelen ilk görüntü e-okul fotoğraflarıydı. Her biri birbirinden ifşalık o rezil fotoğraflar. Sinsice sırıttım. Komikti... Kendileri gibi... En son geçen yaz görmüştüm onları. Babamın mesleği dolayısıyla İzmir'e yerleşmiştik ben lise birdeyken. Tatilden tatile görüşürdük. Çok özlemiştim onları... Sonunda biraz rahatlıyordum. Hiç de konforlu olmayan polyester bir koltuğa hapsolmak yerine küçük bir kuşun sırtına binmiş, okyanusu aşıyordum.
Sonra Aras "vuhuuuu", diye bağırarak bizimkilerin hayaliyle ulaştığım Zen huzurumu mahvetti.
Koltuğumda doğruldum. Aras sanki lunapark hız trenindeymiş gibi kollarını kaldırmıştı. Hoş bir uçuş görevlisi koridorda Aras'a doğru yaklaşıyordu. Çok iyi. Tanrı Aras'ı susturamıyorsa, belki bu kadın susturabilirdi.
Aras'a patlamak üzere olan azara daha şahit olmak için başımı uzattım. Ancak hostes, Aras'a kapalı bir peçete uzattı. Aras da peçeteyi hemen açıp içindeki çikolata parçalı kurabiyeleri ortaya çıkardı. Özenle tutuşundan, kurabiyelerin hala sıcak olduğunu anlayabiliyordum.
Hostes, Aras'a gülümsedi, Aras ona bir şeyler söyledi ve kadın da kahkaha attı. Aras tam bir pislik gibi davranmasına rağman birinci sınıf atıştırmalıklardan kapabiliyordu!
Sinirle önüme döndüm. Önümdeki koltuğun altına dikkatlice tıkıştırdığım mor deri çantamdan iPod'umu çıkardım. Dolaşmış kulaklığımı çözüp sakin parçalar seçtim. Ancak kulaklığımı takmak üzere geriye doğru uzandığımda kıvırcık saçlarımın arasında ıslak ve yapışkan bir şey hissettim. Atkuyruğumu yüzüme doğru çekitiğimde bir tomar üzümlü sakız gördüm ve kokusunu aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİTAP YALAYICISI ☆ #WattyTR2016
Teen FictionHayatta gerçekten berbat olan belirli birkaç şey var. Sütün son kullanma tarihinin geçtiği fark etmeden önce büyük bir kaseye mısır gevreği boşaltmak,"rutubetli" kelimesi, tüm basket takımının önündeyken salata barına yüzüstü düşmek... Aras Soylu'...