DÖNMEDOLAP!

64 7 0
                                    

Telefonuma gelen mesaj sesiyle dikkatimi bizimkilerden ayırdım. Mesaj Aras'tandı.

-Kapıdayım.

Aras'a Ümitlerin evinin adresini gelirken vermiştim ve şimdide kapıdaydı. Bizimkilere hocanın çağırdığını yeni yıla girmeden burada olacağımı söyleyerek dışarı çıktım.

Aras kapıya yaslanmış telefonuyla oynuyordu. Kapının kapanma sesiyle bana döndü. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Süpriz, beni takip et," diye cevap verdi.

Aras'ın Sox şapkasının kalabalık içinde hareket ettiğini gördüm. Kararımı sorgulamadan arkasından gittim.

Biz yürüdükçe güneş bulut kümelerinin ardında yok oluyordu. Gün anında o klasik bulutlu, sisli İstanbul günlerinden birine dönmüştü. Boğazın üzerinde ragbi tişörtlü, rüzgarlıklı kürekçiler birer nokta gibi görünüyor, parlak kırmızı tekneleriyle boğazı adeta dilimliyorlardı.

Alçak taş duvar bitiyor ve çimenlerin içinden fırlamış gibi görünen bir çit başlıyordu. İlerideki ağaç ve binaların arasından kız kulesini görebiliyordum.

Aras bizi asfaltlı yoldan çıkarıp nehrin kıyısına daha yakın doldurulmuş bir yoldan çıtırtılar eşliğinde ilerletti. Çöp ve kırık cam dolu bu yolun turistler tarafından ziyaret edilmemesi gerektiği açıktı.

"Nereye gidiyoruz?"diye sordum.

Sanki bizi tüyler ürpertici ve tehlikeli bir yere sürüklüyormuş gibi, "Neredeyse geldik,"dedi ve ilerlemeye devam etti.

"Sorduğum sorunun cevabı bu değil," dedim. Yanında yürüyebilmem için biraz yavaşladı.

"Hep böyle gergin misindir?"

"Evet,"dedim çünkü hayır demek başka bir tartışmayı doğuracaktı.

"Neyse en azından dürüstsün. Gergin ve dürüst," dedi ve ilerideki köprünün ayaklarına doğru ağır adımlarla ilerledi.     

"Tekrar soruyorum, nereye..." diye lafa girdim ama Aras sözümü kesti.

"İşte burası." Önümüzdeki manzarayı işaret ediyordu.

"Burası," arabalar üzerinden geçtikçe gümbürdeyen bir köprünün gölgesindeki beton bir mağaraydı. Köprünün altında, caddeye doğru çıkan tepenin yanındaki beton kavisler sokak sanatçıları için mükemmel bir tuval olmakla kalmıyor, aynı zamanda, bir yukarı bir aşağı uçarcasına kayıp (başlıkları olmadan!) hayatlarını riske sokan paspal punk kaykaycılar için ideal bir rampa oluşturuyordu. Kaykaycılar arası açık rampalardan döne döne atlıyorlardı. Mümkün olan her yüzeyi kaplamış sprey boyaların ışık yanılsaması yaratan baş döndürücü yoğunluğu olmasa tamamen karanlık bir yerdeydik aslında. Geldiğimiz yoldan yada köprüden görünmeyen, saklanmış bir parktı.

"Burası neresi?"diye sordum.

"Yer altı kaykay parkı!"diye cevap verdi. Rampaların üzerinden atlaya zıplaya etrafta dolaşmaya başladı. "Güzel değil mi?"

"Ama burada ne yapıyoruz?" Hala kendime gelememiştim. Hareket ve renk karmaşası, bir de birbirine bağıran çocukların yankılanan sesi başımı döndürüyordu. Aras'ın peşinden duvara doğru gittim. Elini kırılmış ve çatlamış ama üzeri birkaç  hoş ve etkileyici grafitiyle kaplanmış betonda gezdirdi. Grafitilerde belirli bir şekil yada desen yoktu, sadece karmaşık renklerin patlaması gibiydi. Renkler okadar canlıydıki neredeyse duvarın içinden çıkacakmış gibi görünüyordu.

Parmaklarını duvarda gezdirerek "Çok havalı, değil mi?" diye sordu. Parlak kızıl saçlarıyla, duvardaki resimden fırlamış gibi duruyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 20, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KİTAP YALAYICISI ☆ #WattyTR2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin