DAHA AZ BANYO, DAHA ÇOK BORNOZ

67 5 1
                                    

 Sonunda otobüs otelimizin önünde durduğunda nefesim kesildi. Mama Shelter İstanbul Oteli, lokantalar, gece kulüpleri ve müzik dükkanlarıyla dolu Taksim Meydanındaydı. Otelin kendiside peri masalından çıkmış gibiydi. 

 "Bu taraftan, küçük bayan." Üzerinde sırma işlemeli, şarap rengi, şık ceketli bir adam bizim için çoktan açılmış çift kanatlı kapıyı işaret ediyordu. Pirinç kaplama antika bir standın üzerindeki kırmızı ve altın renkli tabelada DOSTLARIMIZ VE AİLEMİZ, HOŞGELDİNİZ yazıyordu.

 Otelin sahibi Zümü'nün kocasının kardeşiydi. ( Yada Zümü'nün erkek kardeşinin kocasıydı; hangisi olduğunu unutmuştum.)

 Kapıdan girdiğimizde, Aras çantasını yere bıraktı ve dekolteli, dar bir siyah elbise giymiş, kızıl saçlı bir güzelin beklediği resepsiyona doğru yürüdü. Kız bilgisayarda bir şeyler yazıyordu. Aras, o uzun gövdesini mermer tezgahın üzerinden eğip bilgisayar ekranına dikkatle baktı. Ben neyin peşinde olduğunu bile anlayamadan, resepsiyonist kız kıkırdayıp sırıttı ve saçıyla oynamaya başladı. Başka bir tarafa baktım çünkü tüm hafta boyunca aynı sahneyi defalarca görecektim. Bu iğrenç filmi, bir ön izlemeyle bozmaya gerek yoktu.Zümü aramızda dolanıyor, anahtar kartlarımızı ellerimize tutuşturup dosyasındaki bir şeyleri kontrol ediyordu.

 Anahtarımı aldığımda , çantamı büyük merdivene doğru çekmeye başladım. Üçüncü katta, kaskatı olmuş omuzlarımı gevşetmek için durdum. Uzun uçuştan dolayı çok yorgun ve bitkindim. Koridorun sonunda, üzerindeki pirinç plakanın üzerine kıvrımlı harflerle 315 yazılı koyu kızıl-kahverengi oda kapısına ulaştım. Elektronik anahtar kartıyla iki denemeden sonra kapı açıldı ve neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

 Oda inanılmaz küçüktü; geniş bir giysi odası kadar sayılırdı ama içindekileri düşününce bunu kafaya takmak anlamsızdı. Odaya pirinç renginde kocaman düğümleriyle kapitone desenli, koyu kahverengi deri yatak başlığının duvardan tavana kadar uzandığı çok büyük bir iki kişilik yatak hakimdi. Yatağın yanında maun bir sehpa ve köşede de onunla uyumlu bir gardırop vardı. Aralık kapısından , parlak düz ekranlı bir televizyon ve eğlence sistemi görünüyordu.

 Yatağın ayak ucunda, normalde bir pencere rafı bulmayı bekleyeceğiniz yerde, güzel pırıl pırıl, tam benim boyuma göre bir küvet duruyordu. Mutluluktan neredeyse dans edecektim. ( Tamam, belki biraz dans etmişimdir.)

 Dışarıda, sınıf arkadaşlarımın bağrışlarını duyabiliyordum. "Yumuşak yorgan" ve "Wifi" sözcüklerini işitebiliyordum ama benim tek odaklanabildiğim, küvete girip oradan hiç çıkmama isteğimdi.

 Zıplayarak kalkıp tüm banyo eşyalarımı uzundan kısaya doğru tezgahın üzerine dizdim. Kıyafetlerimi çıkarıp otelin odaya koyduğu çamaşır torbasına koydum. Üzerinde Mama Shelter Otelinin monogramı olan beyaz, ağır ama yumuşak havlu bornozu giydim. Bunun bu odaya benden sonra gelecek süpermodel için tasarlandığına emindim; o kadar uzundu ki yürürken eteklerini yukarı toplamak zorunda kalıyordum.

 Küvetin kenarına bir havlu asıp gümüşi musluğu sıcak suya doğru çevirdim. Küvet buharlı suyla dolarken, annemin eczaneden aldığı mükemmel organik sivilce kremini elime aldım. İçindeki bitkiler rahatlatıcı bir koku yayıyordu ama bu yüzden kremin rengide yeşilimsiydi. Kremi hafifçe sürmeye başladım ve bitirdiğimde yüzüm bezelye çorbasıyla süslenmiş gibi görünüyordu. Bornozu çıkarıp bir ayağımı sıcak suya daldırdığım sırada kapı tıklatıldı.

 Oda hizmeti olduğunu ve yarın gelmelerini söyleyebileceğimi umarak kapının ardından "Kim o?" diye seslendim.

 "Aras."

Kapımın önünde duranın otel görevlisi ya da filmlerdeki hokey maskeli sapık katil değilde Aras Soylu olduğunu anlamam tam bir dakikamı aldı. Suyu kapayıp bornozumu aldım. Ne istediğini tahmin bile edemiyordum. Bu da öğrenmek için kapıyı açmam gerektiği anlamına geliyordu. Kuşağı unuttuğumdan, bornozu çekiştirip çıplak vücudumu iyice sardım.

KİTAP YALAYICISI ☆ #WattyTR2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin