Kalbim, korkunun hükmüne girmiş, göğüs kafesimi zorluyordu. Aşina olmadığım yumruk sesleri, nereden geldiğimi bilmediğim bir dövüş sahasında yankılanıyordu.
Benim burada ne işim vardı? Buraya nasıl gelmiştim? Korkumun içine nasıl düşmüştüm?
Zihnimin içinde yankı uyandıran soruları düşündükçe vücuduma gelen artçı şoklarla titriyordum. Loş sarı ışık başımı döndürürken zihnimdeki vaveylaları dinlememek adına derin bir nefes aldım. Kendime sakin olmam gerektiğini izah ettim ve ürkek adımlarla ringe doğru yürümeye başladım. Her adım atışımda genzimin yandığını hissediyordum. Bu hissi gidermek adına öksürdüm.
Ringe yeteri kadar yaklaşınca adım atmayı kestim. Ardından kendimi fark ettirmek için bağırdım.
"Hey!" Korkudan çatlak çıkan sesimi kimse duymamış, duymuş olsa bile umursamamıştı. Kan dökülmesi için can atan mazoşistler, zevkle tempo tutarak bağırıyordu."Barkın! Barkın! Barkın!"
Tekrar korkudan güç aldım ve sesimi duyurmak için bağırdım. "Hey!"
Sesim onca sesin arasında kayboluyordu. Bu sefer içimi kemiren endişeden güç aldım ve tekrarladım. "Hey!"
Gözyaşlarım benden bağımsız bir şekilde çeneme inerken, boğazımın yandığını hissettim. Korku, acı, endişe... Hepsi harmanlanmış, bedenime dalga dalga yayılıyorlardı.
Kimse yakarışlarımı kale almıyordu. Gerçi kale alsalar bile ne olurdu bilmiyordum, sadece elimden gelen tek şey buydu. Ve ben de elimden gelen tek şeyi yapıyordum.
Aniden kulakları sağır edecek bir siren sesi duyuldu. Bu ses korkumu üst seviyeleri taşırken neler olduğunu idrak etmeye çalıştım. İki kız ringe çıktı. Ellerinde bir tabela vardı ama puslanmış gözlerim tabelada ne yazdığını okumama izin vermedi. Seyirciler ayağa kalktı ve tüm salon çığlıklara boğuldu. Gözlerim ringin içini tararken iki insan gördüm. Birinin sırtı bana dönükken, diğeri kan gölünün içinde yüzükoyun seriliydi. Ayakta olan, arkası bana dönük olduğu için göremediğim, zafer kazanmışçasına elini havaya kaldırdı. Ardından elini düşürüp yerdekine eğildi ve gülerek bir yumruk savurduğunda acıyla inledim. Hemen ardından ringe çıkan kızlardan biri, arkası bana dönük olanın elini zafer kazanmış gibi tekrar havaya kaldırdı ve tekrar bir alkış tufanı koptu.
Gözlerim yerde yatan çocuğa kaydıkça kanım donuyordu. Vücudumun her bir zerresi alev alev yanıyor, titriyordum.
Bu görüntülere katlanamayıp yavaşça ringe yürümeye başladım. Neler olduğunu öğrenmem gerekirdi? Beni buraya onlar mı getirmişti?
Salon, artan çığlık sesleriyle taşarken sarsak adımlarla tam ringin önüne geldim. Boğazıma infilak eden tada aldırmadan dövüş sahasını çevreleyen ipi elimle kavradım ve tüm gücümle bağırdım.
"Hey!"Cesaretimi tetikleyen öfkeden güç alarak urganı kendime çekip ani bir hareketle ringe çıktım. Kalın iplerin arasından sendeleyerek geçerken tüm gözlerin beni süzdüğüne kalıbımı basabilirdim. Derin bir nefes alarak urgana sıkıca tutundum ve dengemi sağladım.
Etraftaki çığlıklar yerini fısıltılara bıraktı. Neredeyse herkes beni izlerken, arkası bana dönük olan çocukta yavaşça kafasını bana çevirdi. Beni fark eden gözleri şaşkınlıkla parladı ve tüm vücudunu atakla bana döndürdü. Gördüğüm yüze o şeklini almış dudaklarla baktım ve hemen ardından dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim yanıyordu. Nefesim dahi zangır zangır titriyordu. Yaşadıklarım artık çok ağırdı.
Sızlayan dizlerim sertçe yer çekimine yenik düştü. Ellerimle yerde dengemi korudum ve bir hıçkırık dudaklarımdan firar etti. Yavaşça iplere yaslandığımda güneş sarısı saçlarım yüzümü örttü. Çok değil biraz önce beni iplemeyen insanlar şu an dikkat kesilmişlerdi.
Kısa zamanda aşina olmaya başladığım bir ses tüm salonda eko yaptı. "Tekrar nasıl geldin buraya?"
Dudaklarımdan bir hıçkırık daha firar ederken gözyaşım sicim gibi çeneme inmeye başladı. Dizlerimi karnıma çekip ellerimle sarmaladım. Aniden önümde bir karaltı hissettim. İrkilsem bile hareketsizce oturmaya devam ettim.
Etraftakilerin bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken konuşmaya çalıştım. "Yine... sen."
Dudaklarımdan çıkanları sadece karaltının sahibi değil, tüm salon kulak kesilmiş dinliyordu. İçimdeki korkak Saki, elleriyle yüzünü kapatmış, ağlıyordu. Burnumu çektim ve devam etmeye çalıştım. "Neler oluyor... Bil, bilemiyorum..." Sesim fısıldar gibi çıkmıştı.
Karaltının sahibi tekrar konuştu. "Kızım beni takip falan mı ediyorsun?" Sesi sanki zihnime kazınmıştı. Ve her konuştuğunda kazınan yerin üzerini tekrar bıçakla oyuyordu.
Elleri, beni kaldırmak adına olmalı ki dirseğimi kavradı ve o an midem tepetaklak olmuş gibi hissettim. Gözlerim yandı ve istemsizce kapandı. Önüme, televizyon bozulduğunda karşıma çıkan vızırtılı ekran serildi ve kulaklarımda aşırı dozda basınç hissettim.
Bir iki saniye süren his yoğunluğu kendi kendini rafa kaldırdığında kulaklarımı bu aralar sürekli duyduğum bir kadının sesi doldurdu. "Tedirgin olmayın lütfen Neşe Hanım. Gördüğünüz gibi iyi. Sadece," duraksadı ve iç çekerek "Uzun zamandır dediğim gibi, psikiyatra danışmanız gerekebilir." diye devam etti.
Alnımdan akan tere, az önceki şeylere ve çatladığından dolayı yanan dudaklarıma rağmen inadım baş gösterdi. "Asla." Çatlak çıkan sesim kesinlik bildiriyordu. "Asla o yere gitmem."
Göz hizama giren annem sıkıntıyla derin bir nefes aldı ve "Tatlım, şu inadını artık bir köşeye bırakman gerekmez mi?" diye sordu. Sorusuna başımı sağa sola çevirerek cevap verdim ve annem derin bir nefes daha aldı. Başını doktora çevirip "Pekala Sevil Hanım. Her şey için teşekkürler." diye mırıldandı. Anneme aldırmayarak gözlerimi devirdim ve doktor bana gülümseyip ayağa kalktı.
Ben gözlerimi yumup zihnimde ki soru silsilesini çözmeye çalıştığımda çoktan odadan çıkmışlardı.
