Halsiz ve bitkin uyanmıştı uykusundan.Dinlenmek için uyumuştu ama, şimdi daha da yorgun hissediyordu. Kafasını kurcalayan ve büsbütün düşüncelerini dolduran meselelerden dolayı uyuyamamıştı yine saat üçlere kadar. Uyumak ne de garip şeydi; yarıölü misali...
Güneş ışıklarının masum dokunuşlarıyla açmıştı gözlerini. Sabahın altısıydı. Kış iyiden iyiye kendini göstermiş, Shanghai var gücüyle soğuyordu dur durak bilmeden. Kalktı, elini yüzünü yıkadı. Aynadayansıyan silüetine baktı. Zaman insanı ne de çok değiştiriyordu. Çay demlemek için mutfağa gitti. Ayağında çorap vardı ama, sanki yerdeki fayans dışarıdaki soğukla iş irliği yapmışcasına buz gibiydi. Odaya gidip ayağına mestiklerini(1) geçirdi. Annesi gözünün nuru biricik oğluna örmüştü bunları, hem de en sevdiği renk olan siyahtı. Çayı demlemek için tekrar mutfağa döndü. Saat sekizdeki toplantıya yetişmek için biraz hızlıca demlemişti çayı ama olsun, çay her haliyle güzeldi. Özenle bir bardak doldurdu kendine, fakat saati fark edince, koltuğa geçip sabahın tadınıçıkartırken yudumlayamayacaktıçayını bugün de, bardaktaki çayı aceleyle kağıt bir bardağa aldıyolda içme niyetiyle. Son bir defa daha baktı aynaya, dökülen saçlarına, kırışmış alnına.. Ayakkabılarını da geçirdikten sonra ayağına , kapıyı kapatıp yola koyuldu usulca.
Tek tek indi merdiven basamaklarını, atlamadan hiç birini. İnerken ayaklarını birbirine yakın tutuyor, hiç ses çıkartmamaya özen gösteriyordu. Eşyaya , Allah'ın yarattığı bu taşa, saygıyla, şefkatle yaklaşıyordu.
(1) mes ve patik birleşimi bir çeşit çorap