Bölüm 1 : İnci

102 5 1
                                    

Merhaba arkadaşlar :) Mekanları daha iyi anlamanız için açıklamayı okumanızı tavsiye ederim, iyi okumalar :)

...

Sarah

Bilgewater'ın tanıdık, balık ve rom kokusunu burnuma getiren akşamüstü rüzgarı tarçın rengi saçlarımı dağıttı. Ana iskeleye oturmuş, ayaklarımı aşağı uzatmıştım ve batmakta olan güneşi izliyordum. Huzurluydum. Burada olduğum için mutluydum da. Dahası da vardı tabii. Orta halli bir silah tüccarının kızı olmak için fazla mutluydum.

"Ne düşünüyorsun?" dedi tanıdık, hafif boğuk bir ses. İskelenin gıcırtısı ve çizmelerinin altında ezilen tahtaların sesinden bana yaklaştığını anlıyordum. Arkama kadar geldi ve bir bacağını sağıma, diğerini soluma atarak arkama yerleşti. İçimi gıdıklayan sakallar ve kurumuş, sıcak dudaklar enseme dokundu. Bu Valoran'ın meşhur korsanı Oswalf'tı. Namıdeğer meşhur Gangplank.

Gülümseyerek sırtımı göğsüne yasladım. Aramızdaki yaş farkı umrumuzda değildi. On yaş var mıydı? Belki de fazlası... Ama mutluydum. Oswalf sürekli okyanusa açılsa da, silah ihtiyacını karşılamak için sık sık geliyor, gelince de bana birbirinden değerli hediyeler getiriyordu.

"Varlığın beni mutlu ediyor, Oswalf." dedim. Az önce öptüğü yere çarpan nefesinden gülümsediğini anladım. Ona Oswalf dememi seviyordu. Tanrı ve kanun demekti. Güç demekti ki bu da onun için çok önemliydi. Oswalf benim ona taktığım, kimsenin bilmediği ve asla öğrenmeyeceği bir isimdi.

Dudakları tekrar boynuma değince bir anlığına nefesim kesildi. Elleri önce belimde, ardından hafifçe göğüslerimde dolaştı. Sonra birden durdu ve saçlarımı öptü. "Bu akşam gidiyorum."

Telaşla ona döndüm. "Ama daha dün geldin."

"Kısa süreliğine gidiyorum. Yakınlarda bir su altı mağarası olduğunu öğrendim. İçinde ne olduğuna bakıp geri geleceğim. Birkaç gün sonra tekrar buradayım."

Başımı güneşe çevirdim. Sağ ayağım istemsiz sallanıyordu. Ne zaman ağlamaklı olsam sağ ayağımı sallar ve kendimi tutardım. Derin bir nefes aldım ve sesimin titrememesini umarak "Kendine dikkat et lütfen." dedim.

Enseme tekrar bir gülücük rüzgarı çarptı. "Sana ne getirdim, biliyor musun?" diye sordu ensemi bir kez daha öperken.

İstemsizce elimi enseme uzatıp sakallarını kaşındırdığı yeri kaşıdım. "Bir kolye mi?"

Sessizlik oldu. "Evet."

Kahkaha attım.

"Ama bu seferki çok farklı."

"Öyle mi?" dedim tatlı bir şekilde ve az önce salladığım bacağımı onun bacağının üstüne atacak şekilde kucağında döndüm. "Her seferinde öyle diyorsun. Getirdiklerinin hepsi birbirine benziyor." Sonra dudaklarımız buluştu.

Öpüşmemiz giderek sertleşirken elleri bacaklarımı okşadı. Ne düşünüyordu bilmiyordum. Kendim ne düşündüğümü bile bilmiyordum, okyanus şeytanıyla öpüşüyordum. Babamdan birkaç yaş küçük bir adamla öpüşüyordum. Tecrübeli dudakları benimkileri içimi gıdıklayarak eziyordu ve karşılığında kucağında titriyordum.

Öpüşmemiz bitip Bilgewater'a tekrar döndüğümde bir kolye çıkardı. Gözlerimin şaşkınlıkla açıldığını hissettim. "Bu..." diyebildim mırıltı şeklinde.

"Evet, bu aytaşı karşılığında Marailerden aldığım mavi inci." Marailer bir çeşit siren haklıydılar. Valoran'ın okyanuslarında sürekli yer değiştirir ve yaşamak için aytaşının ışığına ihtiyaç duyarlardı. Her yüzüncü yılın ilk kışında bir Marai, Ionia yakınlarında olduğu tahmin edilen bir noktadan, eşsiz bir inci çıkarırdı ve kendi Tanrıları tarafından seçilen denizciye verirdi. Karşılığında o denizci de ona, Tanrılarının ona verdiği aytaşını verirdi. Bu kış, Gangplank seçilmişti ve o inciyle Sarah'a bir kolye yapmıştı.

"Bu mükemmel." dedim ve telaşla, uçuşan saçımı sol omzumun üstüne ısrarcı bir şekilde toplayıp başımı çevirdim ve kolyeyi takmasına izin verdim. Soğuk zincir ve inci tenime değince ürperdim . Elimi zincirin üzerinde gezdirirken Oswalf'ın eli elime değdi. Ona dönüp gülümsedim ve başımı göğsüne dayayarak güneşin ufukta kaybolmasını izledim.

Zifiri karanlık çökmeden gitmeliydim, onun da gitmesi gerekiyordu fakat güneş gidip yerini turuncumsu laciverte bıraktığında hala orada sessizce oturuyorduk. "Gitmeliyiz." dedi saçlarımın arasından. Gömleğini sıkıca tuttum. "Sadece birkaç gün."

"Sonra gidecek misin?"

Sessiz kalmayı tercih etti. Cevabımı almıştım. Aslında sormam bile saçmaydı. Gangplank her zaman giderdi.

Ama bir şekilde bana geri dönüyordu.

"Kalkalım o halde." dedim kucağından ayrılırken. İskelede bir süre sarılıp Oswalf'ın gemisi Ölü Havuzu'na yürümeye başladık. Oswalf dikkatle etrafa baktı ve yalnız olduğumuza ikna olup beni öptü. "Sadece birkaç gün." diye tekrarladı.

Öpüşmemizin arasında gülümsedim. Öpüşmemiz bitince başımı ellerinin arasına aldı. Sevdiğim adamın yüzünü dikkatle inceledim. Sevdiğim mi, diye düşündüm. Sonra onayladım. Sevdiğim.

Beş dakika sonra güvertede, dümenin başındaydı. Ağlamamak için gözlerimi kırpıştırıp, beni görmesini umarak karanlığın arasından ona el salladım.

Gemi limandan ayrılana kadar orada bekledim. Tam gideceğim sırada elinde fener olan bir gölge, güvertenin ucundan bana el salladı.

Gangplank

Neden veya nasıl oluyordu bilmiyordum. Valoran'ı karış karış gezmiş, en güzel kadınlarıyla sevişmiş, beni seven her kadını yüzüstü bırakarak duygusuz biri olduğumu Runetterra'ya bile kanıtlamıştım. Ama bu... Bu kız... Henüz on sekiz bile olmamasına rağmen sahip olduğu kıvrımları... Yeşil gözleri... Hem çocuksu, hem de olgun olması... Aklımı başımdan alıyordu. Buna rağmen onunla sevişmemiştim. Belki de yapmalıydım. Yanındayken Gangplank olmayı başarabilsem bu işten bile olmazdı, ama yanında Oswalf dışında birine dönüşemiyordum.

Bu kız beni güçsüzleştiriyordu.

Neyse ki aklımı başımdan aldığını kimse bilmiyordu. Kimse Sarah'ı bana karşı kullanamazdı.

Öyle olmasını umuyordum.

"Lanet olsun." diye mırıldandım. Bu kızdan kurtulmam gerekiyordu.

Korsan AvcısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin