ANAR

85 9 3
                                    

Güneş sabah sabah nasıl beceriyordu gözlerimi tam on ikiden vurmayı? Rahatsızlıkla yerimde kıpırdandım. Uzun süredir gitmediğim, yolunu bile unuttuğum okula gitme zamanı gelmişti artık.. Banyoya doğru yarı uyanık bir halde girdim. Yüzüme su çarptıktan sonra gözümde halka halka duran torbalara ve morluklara ilişti gözüm. Ellerimi gezdirdim üzerinde. Ne ara bu kadar umursamaz ve daha çok ölüm döşeğindeymiş gibi yaşamaya başlamıştım? Bir gün biteceğini umuyordum acılarımın. Huzurun kollarını açmış beni beklediğini, bir yerlerde var olduğunu biliyordum. Ağır ağır üzerimi giyinip dağılmış saçlarıma şekil verdim. Kapşonumun şapkasını takıp evden çıktım. Hızlı bir ritim tutturup okula doğru yürümeye başladım. Yolda birbiriyle gülüşen, buluştukları insanlarla öpüşen sarılan bir sürü samimi insan vardı. Kaldırmazdım kafamı yerden. Görmemek istercesine. Ben, farklıydım. Her şeyden. Bu farklılığımı seviyordum. İnsanlar sıcağı severdi bense soğuğu. Onlar gülerlerdi ben ağlardım.. Neyi yapar yada neyi severse tam tersini yapar yada severdim. Okulun kapısından girip dersin olduğu amfiye doğru gittim. Kapının önünde durdum bir süre. Bu okul, bu bahçe... Beni geriyordu.
Bütün acılarım ete kemiğe bürünüp yüzüme tokat atıyordu. Uzun süredir adımımı dahi atmadığım bu yere acılarımı tazelemeye , deşmeye mi gelmiştim? Yoksa bir şeylerle yüzleşme zamanı mı yaklaşmıştı? Yüzüm içimdeki acıyla kasılırken can çekişiyordum bu yerde. Eskiye gömmeye çalışıp kapattığımı sandığım defter, tozlu sayfalarını sunuyordu bana adeta..
Tam burda burnumdan öpüp ''hüznüm'' diye başımı okşuyordu. Peki bugün? Düşüncelerimi böldüğü için hocaya minnet duymuştum.
'Beyda kapıda mı dikileceksin ?'
Başımla mahçupca selam verip arka sıralardan bir yere oturdum. Tanımadığım insanla dolu bu yer yabancıydı bana ve bir o kadarda tanıdık.. Hepsinin yüzünde samimiyetsizlik akan gülüşler, anlamlandıramadığım bir sevecenlik vardı.
Hepsinden tiksiniyordum. İnsanların iki yüzlü ve çıkarcı olduklarını anladığım günden beri yalnızdım. Böylesi daha uygundu benim için. Zaten kimseyle de anlaşamazdım kolay kolay..

Hoca erken bırakmıştı. Kantine geçtim. İçimdeki yangını geçirecek tek bir şey bile bulamamıştım bunca yıl. Şu an soğuk suya sığınmak cazip geliyordu. Geçer miydi yangınım ? Harlanmışken hele de geçer miydi? 3-4 tane kapıp yerime geldim. 1 şişe 2 şişe derken... Tuvaletim gelmişti. Sakince tuvaletlerin olduğu koridora geldim. Kapısına baktığımda içerininde dolu oldugunu anladım. Zaten ne zaman boş olmuştuki? Erkekler tuvaletine doğru yürüdüm. Etrafı kolaçan edip içeri daldım. Bir kabine girip huzura kavuştum. İşimi bitirip çıktım. Ellerimi yıkarken ıslık çalıyordum umursamazca. Kafamı kaldırıp aynaya baktığım an biriyle göz göze geldim. Aynadaki yansımam domatesle yarışacak kadar kızarmıştı. Pisuvarda ihtiyacını gideren bir çocuk bakışlarını benimle birleştirip sakince önünü kapattı ve sırıttı. Hızla ıslak ellerimi gözüme siper ettim.
'Ne arıyorsun burada' deyip pis pis sırıtmaya devam etti. Ne diyeceğimi bilemeden duruyordum öylece. Tutup ellerimden çekti.
'Kapattım açabilirsin.'
İğrenircesine ona baktığımda yüzü ne var der gibi bakıyordu.
'Ellerini yıka pislik bir de dokunuyorsun' dedim. Yüzündeki gülüş daha da yayıldı. Çeşmeyi açtıgında kapıya yöneldim. Utanç ve sinir karışık bir şekilde biçimleniyordu yüzümde. Sınıfa gittim. Tenimin ısısının yükseldiğini hissediyordum. Hoca gelince onu dinlemeye koyuldum. Dinliyordum ama ne anlatıyor anlamıyordum. Aklım başka yerdeyken konsantre olamıyordum bir şeye. Onu düşünüyordum yine. İçimdeki kan pompalayan organımı öldürüp öldürüp dirilten adamı.. İçinde kaybolduğum, hapsolduğum adamı..

Hocanın sesi gittikçe kısılıyordu. Ani bir atakla anlayamadığım bir zaman da kapıya doğru koşup çıktım. Kafamı dağıtmam lazımdı. Aklım başımda olunca çıkmıyordu oradan. Eskiden sürekli takıldığımız parka doğru yürüdüm. Uzun zaman olmuştu oraya gitmeyeli. Geç kalmıştım hayata geç kalınmışlıklarımla.. Acı bir gülüş yerleştirip dudaklarımın kıyısına, eskiyi anımsayacaktım. Mutlu edecektim acıdan bi'tab düşen ruhumu. Aşinası olduğum geçmiş kırıntılarımın önünde durdum. Derin bir nefes alıp ilerledim. Her banka bir çift vardı. Gülüşüyorlardı. Bir zamanlar biz de böyleydik. Gülmeyi biliyorduk. Belki de öğretiliyordu bize bu. Unuttuk yavaş yavaş.
'Epey zaman oldu Beyda.' Bu soğuk ses tanıdıktı. Geldiği yöne çevirdim başımı sakince. Uzattığı elini kavradım, kendime çekip sarıldım.
'Evet Eray epey zaman oldu.' Geçmişime sarılıyor gibiydim. Uzun süre öyle kalmıştım. Göz duvarlarımı yıkıp yanağımdan süzülen yaşları baş parmağıyla sildi ,omuzlarımdan tutarak beni kendinden çektiğinde.

'Dinecek yaşların Beyda.. hepsi geçecek.' Deyip saçlarıma küçük bir öpücük kondurdu. Eray'dı işte, küçüklüğümden beri hep baba şefkatiyle yaklaşmıştı bana... Düştüğümde o yanımdaydı elimden tutup o kaldırmıştı beni. Kanayan dizimi t-shirtiyle siler , sildiği yeri öperdi sonra. Çoğu zaman elimden tutup pamuk şeker yemeye götürürdü.

Şimdiyse dizleri kanayan kocaman bir çocuk vardı karşısında..

ASILMIŞLARIN BALOSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin