1. Bölüm

169 17 3
                                    

Yıllar önce kaçtığım anılarımla yüzleşme zamanımın geleceğini biliyordum. Sadece hatırlamayı ve yaşamayı ertelemiştim. Göz pınarlarımdaki yaşlar tükendiğinde kendimi tüketmemem gerektiğine kendimi inandırmaya çalışmış, unutmamış ama üstünü kapattığıma inandırmaya çalışmıştım kendimi. Şimdi içinde bulunduğum uçak Atatürk Havalima'nına iniş yapmaya hazırlanırken kalbim tekrar sıkışmış anılarım gözümün önünden geçerken gözlerimi sımsıkı kapattım, ağlamamak için. Elimin üzerinde bir el hissettiğimde anneme döndüm. Gözleri dolmuştu. Aynı şeyleri düşündüğümüzü anladım. Güç vermek istercesine elimi okşadı ve buruk bir tebessüm kondurdu yılların verdiği tecrübelerin kırışıklıkları olan yüzüne. Oda bilirdi kelimelerin önemsizliğini, bu yüzden teselli cümleleri sıralamamıştı. Tanırdı annem beni, benzerdik birbirimize.

   Uçak iniş yapmış valizlerimizi bekliyorduk. Annem ve babam buradaki şirketlerin yeni düzenleri için benim anlamadığım konulardan konuşurken Berk dır dır ederek başımı şişiriyordu. "Sence İstanbul'da hala fıstıklar var mıdır, Hazan? Eğer yoksa söyle ilk uçağa atlayıp Los Angelas'a geri döneceğim." Bıkkınlıkla göz devirdim. O sırada valiz koymak için market arabası tarzı tekerlekli şeylere valizleri koymaya başladık.

Dışarı çıkınca sabahın erken saatleri olduğu için buz gibi bir hava vardı, iliklerime kadar üşüdüğümü hissettim. Üzerimdeki kot cekete sıkı sıkı sarılarak etrafta göz gezdirdim. Babamın adı ve soyadı yazılı bir kartonla bizi bekleyen birini görünce bizim için gönderiler şoför olduğunu anlayıp annemlere işaret ettim. Valizleri yerleştirip siyah Range Rover'ın koltuklarına yerleştik. Babam ön koltuktan arada başını uzatarak kehribar rengi gözlerini kısarak anneme aşk dolu gülümsemeler yollayarak sohbet ediyor annemde reverans yaparcasına karşılık veriyordu. Berk yanımda kulaklığını takmış Los Angelas'tan son kız arkadaşıyla konuşuyordu. Berk kızlarla çok iyi anlaşırdı ve sürekli kızlarlaydı. Son sevgilisini Abigail sanıyordum ama sayamayacağım kadar kız arkadaşı olmuştu şu üç yılda. Üzgün taklidi yaparak kıza onu çok özleyeceğini ve sürekli arayacağıyla ilgili şeyler zırvalıyordu. Palavra. Telefonu kapattığında kızı engelleyeceğine emindim. Ekrana yaklaşıp kızı inceledim ve geri doğruldum. Güzel kızmış . Yazık olacak. Sırıttım.

Kulaklıklarımı takıp hayran olduğum Adele şarkılarını açıp başımı cama çevirdim. Sahil yolundan geçiyorduk. Özlemiştim, herşeyiyle şehrimi. Sahillerde sürekli gördüğümüz koşu yapanlar, güvercinler, simitçi amcalar, balıkçı dayılar, banklarda çekirdek çitleyen kız çocukları.

Tanıdık sokaklara girince kalbim daha çok sıkıştı. Anılar beynimi istila ederken titrediğimi hissettim. Arda'yla koşuşturduğumuz park ve çevresi anılara itti beni.
 
     On üç yaşlarındaydık sanırım. Her haftasonunda olduğu gibi parktaydık. Etrafta salıncaklar, kaydıraklar ve birçok oyun aleti vardı. Demirden kısa çitlerle çevrilmiş çiçekler, çalılar, çimenler ve ağaçlar parkı çevreliyordu. Annem ve Arda'nın annesi Yasemin teyze evimizin bahçesinde çay içip kurabiye yerken bizde izin alıp parka çıkmıştık. Evimizin sokağında olduğu için sorun olmuyordu.

Ben çimenlerde otururken burada beklememi söyleyip çalıların arkasına giden Arda iki eli arkasında geldi. Alnını örten altın sarısı saçları güneşte dahada parlıyor gözlerinin büyüklüğü ve bal rengiyle birleşip onu daha sevimli hale getiriyordu. Soluk pembe dudakları gülümsemesiyle ortaya çıkan gamzeyle canlanıp içimi ısıtıyordu. Yaklaşıp önümde tek dizinin üzerine çöktü ve elindeki rengarenk kır çiçeklerini bana uzattı. "Bunlar senin için, güzelim. " Çiçek demetinden beyaz bir papatya alıp günden güne sarılığını yitirip kumrala dönüşen saçlarımla kulağımın arasına sıkıştırdı.

HAZANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin