Selin odasına geldiğinde olayın şokunu atlatamamıştı. Bu öpücük hiçbir anlama gelmiyordu Ali'nin çocuksu kendini ispat çabasından başka. Çünkü o Ali Mertoğlu'ydu ve herkes onun dediğini yapardı. İlk öpücüğünün nasıl olacağını hiç hayal etmemişti Selin, en azından kendisi için. Oysa hikayelerinde defalarca yazmıştı. Yine de bundan daha fazlası olmalı diye düşündü. Bu maço, cezalandırıcı tavırdan daha fazla bir duygu taşımalıydı öyle değil mi? Selin düşündükçe daha çok sinirleniyordu. O yok saymak istemişti, kendini çekmeye, uzaklaştırmaya çalışmıştı. Karşısındaki ise bile isteye onu saçma sapan bir oyunun içine sokmak istiyordu. Selin bu tuzağa düşmeyecekti. O kendini beğenmiş züppenin eğlencesi olmaya hiç niyeti yoktu. Bir de şu dudağının yanması geçseydi eski Selin olabilirdi her an. Ali ise arkadaşlarının yanına giderken durgundu. Aklına geldikçe kafasını sallayarak unutmaya çalışıyordu. Babasının nişanlısının kızını bahçede, herkesin görebileceği bir yerde öpmüştü. Akıl tutulması değil de neydi bu? Geldiğinden beri silik bulduğu, gruplarına bile girmeyen bu kızdan ne istemişti. Ali biraz düşününce cevabı hazırdı. Bir ders vermek istemişti. Kendini normal insanlar üstü sanan, çekingenliğini ben esasında sizden ve bu yoz grubunuzdan çok daha iyiyim duygusunu saklamak için kullanan bu kıza bir ders vermek istemişti. Kendine çekingen süsü verip her göz göze geldiklerinde meydan okuyan koca gözlü kız Ali Mertoğlu'nu şimdi yok saysın bakalım diye düşündü yüzüne bilmiş gülümsemesini yerleştirirken. Bir de dudağında kalan tadı geçseydi gecesi süper devam edecekti biliyordu.
Sonraki günlerde Selin yok sayma planını uygularken Ali'nin de kendine yardımcı olduğunun farkındaydı. Nerdeyse hiç karşılaşmamayı başarmışlardı ta ki Selin'in İzmir'e gideceği günün sabahına kadar. O sabah kahvaltıda herkes bir aradaydı.
Güneş: Ah Selin ah...inat ettin kızım. Düğüne birkaç gün kala İzmir'e gidicem diye.
Selin: Annecim mecbur olmasam sen de biliyorsun
Güneş: Selin beni söyletme şimdi, Lise müdürü arkadaşım, kargo ile yollayacaktı işte diplomayı
Selin: Şimdi kaybolur falan ben gidiyim elden alayım riske girmeyeyim.
Güneş: Onu bunu bilmem Cumartesi sabahtan burada olacaksın.
Selin: Tamam en erken uçakla döneceğim işte.
Nazlı: (kısık sesle) Annemi bu stresli halde başıma bırakıp kaçıyorsun resmen. Bunu da unutmayacağım.
Selin: En sevdiğin kısım değil mi işte..alışverişler, saç baş denemeleri falan..Savaş: Selin nasıl gideceksin havaalanına...bırakayım mı seni?
Ali: Ne gerek var ya...şoförlerden birisi bırakır.
Savaş: Yok ya benim o taraflarda bir işim var zaten.
Ali: Ne işiymiş bu?
Savaş: Hayırdır kardeşim...sorguda mıyız?Haluk: Çok iyi düşündün Savaşçım, o zaman Güneş sen Selin'i bırakıp gelmesini beklemeden çıkabilirsin şoförle. Öğlen de teknede buluşuruz. İngiltere'den yatırımcılar geldi küçük bir yemek veriyorum onlara.
Güneş: Tabiki seve seve katılırım.
Rana: Ben de davetliyim sanırım Haluk.
Haluk: Tabiki abla, söylememe gerek var mı?
Rana: Yalnız Savaş seninle bir işimiz vardı sabahtan unuttun sanırım...
Savaş: Ne işi anne...hatırlamıyorum öyle bir şey.
Rana: Ben sana hatırlatırım da...bu durumda Selin'i bırakamazsın.
Haluk: Alicim sen bırak o zaman.
Selin: Hiç gerek yok, ben taksiyle giderim.
Ali: Tamam bırakırım ben. Çıkalım mı?Güneş: Selin 5 dk konuşalım mı çıkmadan?
Annesiyle bahçe kapısına doğru yürümüşlerdi şimdi.
Güneş: Anneanne'ni ikna et gelsin düğüne lütfen Selin. Sana kıyamaz.
Selin: Anne ben ne yapabilirim ki..bizim taşınmamıza baştan karşıydı zaten. Kadıncağızı tek başına bıraktık orada.
Güneş: Ben de çok üzülüyorum
Selin: Tamam sen merak etme konuşurum ben..Kıyamam sana.