"Acının çocukları..."

211 19 16
                                    

Arafta kalmışların en büyük kaçış yoluydu intihar. Her şeyi, herkesi arkanda bırakarak koşmak ölüme... Yahut kimsen olmadığından yakarmak ecele... Bilemiyordu Açelya. Bilemiyordu, dünyayı tanıyamamıştı. Pes etmek için erkendi belki de. Belki de sabırla beklediğinde elde edecekti güzellikleri.

Aciz olan insan bir kez daha nefsine yenilmek üzereydi. Düşünceleri zihninde birbirleriyle çarpışıyor, hiçbiri mutlak şekilde galip gelemiyordu. Bu nedenle inşaatın dokuzuncu katında, olduğu yere çakılıp kalmıştı Açelya.

Rüzgarın sesi kulaklarını uğuldatırken yaşanmışlıklarına göz atmayı denedi. İlk önce bebekliği geldi aklına. Açık kumral bukleli saçları ve tombul yanaklarıyla ne de tatlı bir çocuktu! Ardından biraz daha ilerledi zihnindeki görüntüler. Yedi yaşındaydı. Kendini yıl sonu şenliğinde buldu. Annesi saçlarını iki yandan kırmızı kurdalelerle bağlamıştı ve ellerinde birer balonla poz verdikleri görüntü yansımıştı fotoğraf makinesinin ekranına. Sonra, annesi işteyken merakla kurcaladığı makyaj masasının içindekilerle nasıl palyançoya döndüğünü hatırladı. Babası işten geldiğinde onu öyle bulunca sağlam bir kahkaha atmış, ardından yanağına kocaman bir öpücük kondurup fotoğraf makinesine sarılmıştı. Anılar ilerliyordu. İşte, on iki yaşındaydı. İlk defa aşık olmuştu. Hem de matematik öğretmenine! O zamanlar öyle sanıyordu tabii. Ne kadar özenerek geliyordu okula matematik dersi olduğu günlerde...

Ve lise... Anılar, yavaş yavaş gökkuşağı misali renklerini yitirip katran koyusuna bulanıyordu. En güvendiği arkadaşından yediği kazık hala hatırındaydı. Annesinin ilk tokatı... Hoşlandığı kişi tarafından alaya alınması... Kilo almaya başlaması... Evde saatler boyu süren kavgalar... Kendisine farklı kaçış yolları araması... Psikolog... Depresyon hapları...

Ve, intihar...

Eşiğinde beklediği gerçeklik. Bir adım, bir saniyelik cesaret, bir anlık kaçış. Ve sonunda, ölüm... Koca bir bilinmezlik...

Ne yapmalıydı? Cesareti var mıydı kaçmaya? Kaçmak değil, kalıp savaşmak cesaret isterdi. Biliyordu.

Gözlerinden inen yaşlara aldırmadan bir adım attı. Civardaki en yüksek binada bulunduğu için herşey çok küçük görünüyordu gözüne. Oysa dertleri ne de büyüktü...

Bir adım daha attı. Yoksa dertleri sandığı kadar büyük değildi de o mu abartıyordu? Peki ya boğazındaki o yumru...

Ve bir adım daha...

Arkadaşları geldi aklına. Onlar için arkadaş tabirini kullanmak yanlıştı. Kendi kusurlarını başkalarının kusurlarıyla kapatmaya çalışan üç beş zavallı...

Oysa bir insana kusurlu derken, en büyük kusura sahip olmuyor muyduk? Belki de kusurları insanları tamamlıyordur. Belki de mükemmel olmak bir tür kusurdur... Ama hiçbirimiz mükemmel değiliz ki...

Aklına doluşan sesler, anlam kazanıp dile geldiğinde canını yakıyordu. "Ne kadar çirkin olduğunun farkında mısın?" "Onun yerinde olsam aynaya bakmak yerine ölmeyi tercih ederdim." Gülüşmeler... "Midemi bulandırıyorsun." "Senden nefret ediyorum."

Yeter diye haykırmak istedi o anda. Onlara ne yapmıştı tüm bu sözleri hak edecek? Nefes alamaz gibi oldu, durakladı. Ardından bilinçsizce bir adım daha attı.

Yolun sonuna gelmişti.

Bir kaç saniyelik cesaret yetecekti. Ama... Zihninde ardından olacaklar belirdi. O aptal insanlar yaşamaya devam edecekti, belki de başka hayatları karartacaklardı. Üzülen belki sadece anne babası olacaktı. Emir de üzülürdü değil mi? Onları üzmeye hakkı var mıydı...

AçelyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin