"Ruhu üşüyen kız..."

418 18 53
                                    

Kalabalıktı şehir. Boğucuydu. Gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Yağdı yağacak gibiydi yağmur. En kalabalık caddenin hediye ettiği kentin meydanında, alışveriş merkezinin karşısındaki merdivenlerde oturuyordu genç kız.Yanından insanlar gelip geçiyordu. Güzel insanlar, çirkin insanlar, zayıf insanlar, şişman insanlar... Kim ayırmıştı onları böyle? Kim yapmıştı ilk güzel insanın tanımını? Farklılaştıran, ayıran, ezen kimdi?

Dolu gözlerini kapattı. Sağ yanağında bir damla yol edinmişti. Nefes aldı. Derin bir nefesti bu. Gözlerini açtı. Yağmur başlamıştı. İnsanlar öfke ve endişeyle kaçışıyorlardı oraya buraya. Mesken ediniyorlardı alışveriş merkezini. Sahi, neden korkuyorlardı?

Elinden gelse, hayır hayır gücü yetse, onları durdurup ıslanmalarını sağlardı. Yağmur kirlerinden arındırmalıydı onları. Kirli düşünceleri yok olmalıydı. Hastalıklı ruhları yerini iyiliğe bırakmalıydı. Önyargılarından görünmeyen yüzlerini fark etmeliydi. Samimi gülüşlerini görmek istiyordu.

İşte şu karşı kafedeki kadın, yanında da bir adam var. Adam konuşuyor, kadın hafifçe gülüyor, birkaç saniye içinde normale dönüyor. Sonra adamın telefonu çalıyor, ayağa kalkıp kafenin içine giriyor, adam gider gitmez kadın sıkıntıyla nefes veriyor. Bekliyor, bekliyor... Adam geliyor, bu sefer kadın ayaklanıyor. İki dakika sonra geldiğinde makyajını tazelediği belli olan yüzüyle gülümsüyor karşısındakine. Zavallı adam! Kadına ne de güzel bakıyor... Oysa karşısındaki çıkarı bittiğinde bir kenara atacak onu. Üzülecek sonra, acı çekecek. Çok yazık...

Önüne döndü. Etrafta sade yağmurun sesi. Meydan boştu. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Kendini öyle soyutlamıştı ki buz gibi havaya rağmen çantasındaki cekete sarılmıyordu. Açıkta kalan kollarını parmaklarıyla kavradı yalnızca. Gözyaşları yağmurla yarış halinde gibiydi. Sessiz ağlayış yerini hıçkırıklara bırakırken kimse fark etmemişti onu. Ne zaman duymuşlardı ki sesini?

Ellerini yüzüne kapadı bu sefer. Birkaç saat önce yaşadıkları aklına geldiğinde gözlerini sildi. "Ben güçlüyüm." demeye hazırlanıyorken fark etmişti güçlü olmadığını. Kendini kandırmanın işe yaramayacağını biliyordu. Artık kendi bile inanmıyordu ki kendine, başkası inansın. Yağmur yavaşlamıştı, kız hala ağlıyordu.

Duraksadı. Az ilerde ona bakan insanları gördü. Muhtemelen "çıldırmış olmalı." Diye düşünüyorlardı. Hayır, belki de ona acıyorlardı. İkinci seçenek daha mantıklı gelmişti. O da acıyordu zaten kendine. Alaycı bir gülüş dudaklarını esir almıştı birkaç saniyeliğine. Çantasından bir toka çıkardı. Islak saçlarıyla uğraşamayacak kadar halsiz hissediyordu. Saçlarını topladı. Sonra gözlerini silmeye gerek duymadan ayaklandı, yine mecbur olduğu hayata geri dönmenin kahrı vardı içinde.

Ardından bir oğlan belirdi ufukta. Genç kızın yirmi metre kadar ilerisindeydi. Gözlerini gözlerine kenetlemişti lakin genç kız bu durumdan bihaberdi. Ne zamandır izliyordu farkında değildi. O sırada genç kız yanına doğru yaklaştı. Kendisini fark etmiş olmasını umuyordu. Ancak beklediği gibi olmamıştı. Yanından öylece geçip gitti.

O günden sonra her gün, o saatte, o meydana gelmeye başladı. Bazen genç kızı aynı yerinde otururken buluyor, bazen tam giderken yakalıyordu.
Üzerinden tam bir hafta geçmişti.
Tam yedi kez onu fark etmeden yanından geçip gitmişti genç kız. Tam üç defa ağlamasına şahit olmuştu. Hıçkırarak. Sekiz defa güldüğünü görmüştü. Ve yalnızca ikisinde gamzesini fark edebilmişti. Bakışları üzerinden kayıp gidiyordu. Kafasını bir an ona doğru çeviriyor, ardından dikkatsizce önüne dönüyordu.
Ancak fark ettiği bir şey daha vardı; o da genç kızın günden güne bir parça daha mutsuzluğa teslim olmasıydı. Her geçen gün gözlerindeki ışık biraz daha karanlığa gömülüyordu.

AçelyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin