İnsanlar bir kafesin içinde varoluyor, yaşıyor ve ölüyorlardı. Kafeslerinin içinde binlerce entrika dönüyor, demirlere çarpıp tekrar kendine geliyorlardı. Pençelerini geçiriyordu hayat onlara. Sığamıyor fakat buna rağmen robotlaşmış bir düşünce ile tekrar kanat çırpıp devam ediyorlardı kafeste daha fazla kalabilmek için savaşmaya. Bir şekilde varoluyor ve ölüyorlardı.
Bazıları ise... Sadece ait değildi kafese. Kafesin en yüksek yerine çıkıp dışarıya bakıyor, ve oraya mı aitim diye düşünüyorlardı. Onun gibi, Hazal gibi. Ay ışığı yüzünün yarısını aydınlatıp, geriye kalanını tıpkı bir yas bulutu gibi karanlığa boğarken, bacaklarını kendine çekip kollarını etrafına dolamış, terastan şehrin ışıltılı manzarasını izliyordu sessizce. Dışarıya çıt çıkmasa da, beyninde dönen karmaşa etrafına yansıyordu. Suskunluğu tanıdıktı. Bir varmış, bir yokmuş ile başlayan cümlelerde, eskiden olduğum adamı hatırlatıyordu bana. O ait olduğu yeri arıyordu. Ben ise ait olmadığım bir yerde, kendime ait bir dünya kurmuştum onun aksine.
Yedi katlı binanın en üst katındaki dairemde, şehrin şaşalı yüksek binalarını izliyorduk sessizce. Benim elimdeki içki şişesinin aksine, bir şeyler içmek yada yemek istemediğini söylemişti. Susuyordu. İkinci saatten sonra saymayı bıraktığım tüm o saatlerdir, Aralık soğuğuna rağmen oturuyordu, oturuyorduk sessizce.
Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Başımı geriye atıp duvara yaslayarak kapattım gözlerimi. İzleyecek güzel bir gökyüzü manzarası yoktu. Bulutlar kaplamıştı her bir köşesini gecenin. Kirli bir zihinden farksızdı.
Kollarımı göğsümde birleştirdiğim sırada, kısık sesi doldurdu kulaklarımı.
"Bana kendinden bahsetsene, Duman."
Gözlerimi açmaya lüzum görmeden omuz silktim.
"Anlatılacak bir şeyim yok."
Yumruk yaptığı elinin omzuma vuruluşu ile gözlerimi açtım.
"Hadi oradan, yalancı. Daha birkaç saat önce karnındaki dikişi görmesem, yiyeceğim."
İç çekip başımı duvara sürte sürte ona döndürdüm yüzümü.
"Ne bilmek istiyorsun?"
Gözlerini kısıp düşünür gibi yaptı bir süre. Sorularının çoktan hazır olduğu belliydi. Sadece seçmeye çalısıyordu birini başlamak için.
"Ne iş yapıyorsun mesela? Hiç arkadaşın var mı? Ayrıca o araban... Nereden buluyorsun o kadar parayı? Dur dur, hırsızsın değil mi? Vay anasını arkadaş, aksiyona bak."
Sorularını soruyor, beyninde kuruyor, daha sonra da senaryosuna uygunca kendi kendine cevaplıyordu. Bana soruyordu, ama aslında aklındaki senaryoyu istiyordu.
"Hazal."
Gözleri gözlerimi bulduğunda, susup cevabımı beklemeye başladı. Düşündüm... Sahi, ne diyecektim kıza?
"Ben her işi yapıyorum. Yani... Bir patronum var. Benden ne isterse yapıyorum. Ona göre de karşılığını alıyorum."
"Ne isterse mi?" Gözleri merak duygusu ve aksiyon açlığı ile irileşti. Bu kız, kaos ve heyecandan besleniyordu. Hayat buluyor, yeniden doğuyordu. Ne yaparsa yapsın, bakışları onu ele verecekti.
"Ne isterse." dedim onu onaylayarak. Koyulaşmış gözleri meydan okumaya hazırken eğlenen bir gülümseme yerleşti yüzüne. Elini silah yapıp yavaşça alnıma doğrulttu ve hafifçe bastırdı.
"Birinin kafasına sıkmanı istese bile, yaparsın yani?"
Yaptım bile, güzelim. Yaptım bile... Başımla onu onayladığımda kıkırdadı ve geri çekilip sırtını duvara yasladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
Novela JuvenilDumanlı bir adamdı o ve kir içindeydi zihni zifiri karanlıkta. Yitirilmiş, kaybedilmiş, düşmesine izin verilmiş. O 'Duman'dı. Buhar olmuş, havaya karışmış, yok edilmiş, kör etmiş. Ve bir kadına denk geldi. Sevilmemiş, tükenmiş, yaşamayı becerememiş.