-Birinci Bölüm-

1.8K 78 6
                                    

"Genç Kurt, Yaşlı Aslanı Yer"

21 Aralık 1575- Topkapı Sarayı

"Sultanım, arabanız hazır..." diye iletti kendisine gelen bilgiyi Başhaznedar Lalezar Hatun. Nurbanu kafasını kaldırdı, kendisine umutsuzca bakan Lalezar Hatun'a baktı.

"Elbet gideriz, lâkin önce bir işimiz var. Safiye'nin kim olduğunu, başına neler geleceğini anlamamız lazım..."

"Sultanım, lütfen. Uğraşmaya değmez. Sakince ayrılalım bu saraydan..."

"Bize bu zûlmü reva gördü... Allah'ından bulsun!"

"Nurbanu, saray da Safiye'nin olsun; saltanat da! Hadi gidelim artık..." Nurbanu ayağa kalktı, biraz zorlanarak da olsa yürümeye başladı. Lalezar Hatun da onun peşindeydi, elinden geldiğince Nurbanu'yu korumaya, olay çıkmasın diye onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Sultanım, ne olur gitmeyin ona! Bir lafı ile yerlebir etti yirmi yıllık emeği! Mazallah..." Nurbanu lafını kesti Lalezar Hatun'un.

"Mazallah ne Lalezar? Daha kötü ne olabilir ki!? Eski Saray'a sürüldüm, daha valide sultan yeni olmuşken!"

"Hünkarımız düşünür taşınır elbet hatasının farkına varır... Çok kalmayız orada."

"Safiye yılanı öyle bir almış ki arslanımın aklını, parmağında oynatıyor resmen! Yoksa Murad'ım hiç böyle bir şey yapar mı?"

"Yapmaz elbet... Hatasının farkına varacaktır yakında."

"Ya varmazsa Lalezar? Ömrümü tüketmeyeceğim Eski Saray'ın duvarları arasında!" Konuşma devam ederken Nurbanu çoktan Safiye Sultan'ın dairesinin kapısına varmıştı, içeri girecekti ki kapı cariyeleri onu durdurdu.

"Çekilin! Emrediyorum!"

"Zinhar olmaz sultanım, Safiye Sultan'ın kesin emri var..." Nurbanu arkasını döndü, geri gidecek gibi yapsa da Lalezar Hatun'un bakışları arasında sıyrıldı cariyelerin arasından ve içeri girdi.

"Safiye!" Safiye Sultan ayağa kalktı, alaycı bir tavır takındı.

"Ne o sultanım, veda etmeye mi geldiniz?"

"Sana iki çift sözüm var!"

"Buyrun valide sultanım!"

"Ben bu saraya geldiğimde Hürrem Sultan vardı en tepede! Kimsenin yaklaşamayacağı bir sultandı o! Birçok kez çatıştık onla ve dahi ben kazandım. Şimdi de öyle olacak!" Nurbanu parmağındaki Kudret Yüzüğü'nü gösterdi.

"Bu yüzüğü görüyor musun? Hürrem Sultan'ın gücünü temsil ediyor! Yüzük kimdeyse güç ondadır! Bu yaptıklarının yanına kalacağını sanma! Bir gün biri gelecek bu yüce kubbeye ve seni yerle bir edecek!"

"Bitti mi?" Diye sordu Safiye Sultan umursuzca. "Ağalar! Nurbanu Sultan'ı ait olduğu yere, eski saraya götürün! Derhal!" Diye de ekledi. Emri işiten ağalar daireye daldılar, Nurbanu onların kendisine yaklaşmasına izin vermedi.

"Bir adım daha atarsanız alırım kellelerinizi!" Nurbanu hızlı adımlarla çıktı daireden. Bedeni bu tür olaylara alışık değildi, duvara yaslandı. Lalezar Hatun hemen koştu Nurbanu'nun yanına.

"Sultanım iyi misiniz!?"

"Daha iyi günlerim olmuştu..." Nurbanu Lalezar Hatun'un yardımı ile doğruldu, gözlerini dikti kapıya.

"Hüzne ve kedere doğru olan yolculuğumuz başlayacak bu kapının ardından... Unutulup gideceğiz..."

30 Yıl Önce- 21 Aralık 1545- Venedik Cumhuriyeti

"Savaşta ve barışta, ölümde ve doğumda, kuruluşta ve yıkılışta, her daim Venedik'te festivaller olacaktır!" Söz gerçekten de doğruydu, Venedik Cumhuriyeti en ihtişamlı dönemini yaşıyordu. Roma'nın isteği ile Venedik doçları sürekli değişiyor bu da Venedik'te sürekli bir şenlik havası yaratıyordu.

Yeni doç yardımcısı olarak aldı Cecilia'nın babasını yanına. Bu da Venier ailesini soylu kılmaya yeterdi. Cecilia'nın babası dükalık sarayına bitişik San Marco Katedrali'ndeyken aldı acı haberi. Korsanlar saldırmış, festivalde kim var kim yoksa kaçırmışlardı. Bu haber Nicolò'nun çok ilgisini çekmese de gelen ikinci haber onu şok etmeye yetmişti. Kendi kızı, Cecilia'nın da kaçırıldığı haberi.

Cecilia gözlerini açtı, bir geminin içindeydi. Sallantılara alışıktı, ne de olsa o bir Venedikliydi. Yanındaki diğer kızlara sordu çaresizce.

"Nerdeyiz biz!? Nereye gidiyoruz!?" Kızlardan biri cevap verdi.

"Kaçırdılar bizi... Osmanlılara satacaklarmış!" Cecilia'nın tüm hayalleri, umutları yerle bir oldu duydukları ile. Lâkin bilmiyordu ileride onu bekleyen ihtişamlı hayatı ve hazin sonu.

Birkaç hafta sonra gemi demir attı, esirler bir bir inmeye başladılar. Dışarıda da harem ağası seçim yapıyordu. Cecilia, mürettebattan birinin onu dürtmesiyle uyandı, dışarı çıktı.

"Tamam, bu kadarı biz alıyoruz. Parasını tahsis edeceğiz yakında." Harem ağası arkasını döndü kızlarla beraber yürümeye başladı. Cecilia'yı uyandıran adam koştu ağanın önünü kesti.

"Durun ağam! Burada biri var görmeniz lazım."

"Kimdir o?"

"Cecilia Venier-Baffo! Güzelliği ile nam salmış!" Ağa başını salladı.

"Duymuştum, hangisi peki?" Adam gidip Cecilia'yı getirdi, ağa boş boş baktı Cecilia'ya.

"Bu mu? Pek de çelimsiz bir şeymiş yahu!"

"Sensin o çelimsiz!" diye karşılık verdi Cecilia.

"Dili de pabuç gibi maşallah! Neyse hadi bunu da alalım."

Ağa zorla Cecilia'yı da kattı diğerlerinin arasına. Cecilia yolda demediğini bırakmadı ağaya, artık ağanın sabrı tükenmişti.

"Ne istiyorsun hatun!? Ölmek mi!?" diye çıkıştı ağa, Cecilia korkarak başını salladı.

"Sana iyilik yaptık yanımıza aldık! Yoksa satarlardı seni bir efendiye, görürdün gününü!"

"Siz satın aldınız! Ne fark edecek ki!" Ağa başını salladı.

"Çok fark edecek, Seni sultanın sarayına götürüyorum! Sultan Süleyman'ın sarayına!"

Hüzn-ü Derin: NURBANU (Cihanın Sultanları - III) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin