Arkadaşlar bir hatırlatma niteliğinde yayınlıyorum. Altı aydan uzun süredir yayınlamıyordum, arkadaşlarım olsun hesabımdan gelen özel mesajlar devam etmem gerektiğine dair ikna ettiler. Bölümün devamını gece part iki şeklinde yayınlayacağım. Yaklaşık on sayfa kadar. Umarım hala okumak isteyenler vardır, yorumlarınızı bekliyorum. Vaktiniz olursa eğer Ölüm Sergisi isimli hikâyeme de bir göz atmalısınız. Hoşça kalın.
GD- 10
İster inanın ister inanmayın dünyadaki bütün ağırlıkları üstümde taşıyormuşçasına yorgundum. Uykusuzluğum başıma vurmuş dahası yapmam gereken şeyler vardı. Eve gitmeden önce Burçin ile her zaman gittiğimiz kahveciye uğraşmıştım. Şimdiyse sahile doğru yürüyordum.
Attığım her adımda şirkette yaşanılanlar aklıma geliyordu. Düşüncelerim o kadar hızlı beliriyordu ki rahatlamaya ihtiyacım vardı. Gözlerim, karton poşetin içindeki mürdüm elbiseye kaydı. Doğum günümde bu elbiseyi giyip onun gözlerine bakabileceğimden emin değildim. Adını her duyduğumda ettiği iltifatlar çınlayacaktı. Uzun zamandır gerçek anlamda bana kendimi tam hissettiren biri olmuştu. Belki bende Çağın'ı andırıyor diye olabilir miydi? Bedenimin her hücresine hâkimmiş gibi konuşuyor, bakıyordu. Hayatımın bilinmeyen kısmını bilen tek kişi Alkan'mış gibi hissetmem illegal olsa da bu hoşuma gitmişti.
Banklardan birine oturdum. Düşünmem gereken birde Burçin vardı. Telefonumu çıkardım, onu arayacaktım.
''Alo?''
''Efendim Azra?''
''Neredesin?''
''Evdeyim.'' Derin bir nefes aldım. ''Konuşmamız gerekiyor, sahile gelebilir misin?''
Ses tonu defalarca ölümün kıyısından dönmüş bir kadına aitti. ''Tamam.''
Dün gece öğrendiğim gerçekleri, Burçin'e söylemeyecektim. Hiçbir gerekçesini duymak istemiyordum. O benimle oynuyorsa bende onunla oynayacaktım. Mevzu bahis arkadaşlıktan çıkmıştı. Ona karşı bu kadar iyi olmamalıymışım, hayatım ile alakalı ne varsa bilen birinin beni arkamdan vuracağı fikri uzaktı. O geldiğinde, doğum günümden bahsedip bir şeyler yiyerek vakit geçirecektim.
Aslında Burçin'e acıyordum. Değerlerini bu kadar görmezden gelip kör gibi davranabilmesi şaşırtıcıydı. İstediği insanla sabahlara kadar sevişsin, ağzımı açıp tek bir kelime etmezdim ama bundan para alması, eroine yatırması onu tamamen bir hayat kadını yapmaz mıydı? Bana bütün durumu anlatıp para istese ona bulur çıkarır bir şekilde verir, hallederdim.
Ama o, ilk çıkmazda durmayı seçti, geri dönüp kim var diye bakmadı bile.
''Azra?'' Bakışlarım Burçin'e kaydığında bitkin bir şekilde yanıma oturdu, gülümsedim. ''Nasılsın?''
''Standart, sen?'' ''Bildiğin gibi...'' Sessizlik oldu. İkimizde bariz bir uzaklık olduğunu hissedebiliyorduk. O anlamışsa bile aptalı oynamaya devam edecektim. ''Bugün neden okulda değildin?'' Dediğim de ise yüzüne baktım. Gözaltları şişmiş suratı solgundu. ''Halsizdim.'' Neden acaba?
''Yapabileceğim bir şey var mı senin için?'' Sigara uzattım, reddetmedi. Sağ elimdeki çakmağı verdiğimde onu inceliyordum; sigarasını yaktı, her an uyuyacak gibiydi.
''Yok, teşekkür ederim. Anlatsana dün nasıldı, şirket falan?'' Merak ettiği Anıl olmalıydı. ''Birkaç içki içtik, o kadar.''
Yüzünde fazlasıyla merak vardı. ''O kadar mı yani?''
''Evet,'' Dediğimde poşetleri gösterdim. ''Ama bugün şirkete gittiğimde bir sürpriz ile karşılaştım.''
''Ne oldu?''
''Sabah Kemal Ağabey beni okula bırakırken on sekizinci yaş günüm için ailemin sürpriz hazırladığını söyledi. Şirkete gittiğimde ise namı diğer kehribar, bunların hediyem olduğunu o akşam beni bu kıyafetler ile görmek istediğini söyledi.'' Burçin'in her bir mimiğini dikkatle inceliyordum. Önce yutkundu, dişlerini gösterecek kadar da gülümsedi. ''Yani diyorsun ki koskoca iş adamını da ayarttım.'' Bu, tanıdığım Burçin'di. Ancak çok kısa sürmüştü. Ardını hemen bir soru ile doldurdu. ''Peki ya erkek arkadaşın? Bunu duyarsa ne olur?''
''Bilmem, umursamıyorum.'' İçinde bir şeylerin kıpır kıpır olduğunu görebiliyordum. Öfkelenmişti. ''Neden onu oyalıyorsun o halde?''
''Farkında mısın, ondan hoşlandığımı söyleten sendin! Her şeyi sen ayarladın, bu kadar rahatsız oluyorsan neden yaptın?'' Kelimelerimi özenle seçiyordum, herhangi bir şeyi anlamasını istemiyordum kesinlikle!
''Ben... Rahatsız olmuyorum, bu da nereden çıktı?'' Omuzları çökmüştü, sigarayı o kadar uzun nefesle çekiyordu ki boğazının yandığından emindim. ''Hiç... Tartışmayalım, aramıza herhangi bir şeyin bir erkeğin girmesine izin vermek istemem.''
Olan bitenlerden bihaber olduğumu sansa da son birkaç kelimem uyarıcı etki yaratmıştı. Kafasında dönenlerden dolayı çığlık atma, hıçkırarak ağlama isteği geldiğini görebiliyordum. Fakat kesinlikle vicdan yapmayacaktım. Yoksa her şeyin içine ederdim.
''Asla.'' Kelimesi kadar, bende sahte bir gülümseme takındım.
''Hadi kendimize yemek ısmarlayalım.''
Bütün yol boyunca sessizliğini koruyan Burçin, üslubunu yemekte dahi bozmamıştı. Bir şey dersem cevap veriyor, yorum yapmıyordu. Bu, beni de üzüyordu. Onun kötü bir durumda olması ve ona yardım edemiyor –etmiyor- oluşum berbattı. ''Burçin, bana söylemek istediğin bir şey var mı?''
Lokmasını o kadar yavaş yuttu ki zihninde beliren ne varsa apaçık önüme sermişti sanki. ''Hayır.''
''O halde neden bu kadar kötü görünüyorsun?'' Kafasını tabağından kaldırmadan konuştu. ''Hastayım o kadar.''
''Seni tanırım, bir derdin var anlatmak ister misin?'' Sabırsızca bekliyordum, tek bir şey söylese ona bütün kanatlarımı açacaktım, sadece tek bir evet cevabı duymalıydım.
''Hayır!''
''Anlatabileceğini biliyorsun, ben senin her şeyini bilirim değil mi?'' Sakin davranıyor, şefkatli yaklaşıyordum.
''Kes artık!'' Hışımla ayağa kalktı, işaret parmağını bana yöneltmiş kaşlarını çatarak bakıyordu. ''Allah'ın belası hiçbir şey anlayamazsın çünkü bencilin tekisin!''
Arkasını dönüp giderken meraklı bakışlar da üzerimizdeydi. Tek bir kelime dahi edemedim, bu gece yeterince kendimle konuşmam için sebep vermişti zaten. Ellerimden kayıp giden dostluğumu umarsızca kurtarma çabam boşunaydı. O kendi kabuğunu ruhuna geçirmiş; bir zırh gibi karşımdaydı. Bütün çökmüşlüğü bitaplığı hiçeydi. Gözlerindeki öfke, kin, başından beri oradaymış görebilmem için tek bir hamle yapmam gerekiyormuş lakin ben ondan beter hislerime bir örtü çekmiş ondan gelebilecek bütün kötülükleri her hissetmemle başımı o örtünün altına koymuşum. Nasıl da fark edemedim? Nasıl da bana bu kadar yakınken uzaklaşmıştı?
O, lokantanın kapısından gittiğinde gözlerim doldu. Artık, yapayalnızdım.
Kasada hesabı öderken düşünebildiğim tek bir şey vardı; Bütün bunlarla nasıl başa çıkacaktım?