Yatağınız her ne kadar mega ortopedik, böyle rahat ötesi de olsa; iki arada bir derede daldığınız o "Tatlı kanepe şekerlemesi" nin tadını veremiyor sevgili seyirciler. Gördüğünüz mini fantastik rüyalar da cabası...
Zaten benim gibi çalışan da bir ev kadınıysanız; ancak 5 dakika dalabilirsiniz o güzel uykuya. Bilinçaltınıza bile hükmeden o görev; "Hıanananığğğ!" diye hönkürerek uyanıvermenize yol açar.
" Yemeği koydun mu? "
İç sesiniz bu cümleyi kurarken en bir şirret tavrını takınır. O tatlı ve kaygısız uykunuzu ortasından ikiye yırtar...Hele bir de, gündüzden ne yapacağınızı düşünmediyseniz; 3 'Hayır' ile uğurlarız sizi....
Bende hastalık derecesinde plan program yapma huyu olduğu için, öyle "Akşam ne pişireceeem?" triplerine pek fazla girmiyorum. Ama sonuç itibariyle pek çok yemek standart; ister istemez birkaç günlük yaratıcılıktan sonra, tekrara düşüyorsun. Canın sıkılmaya, aklına da değişik bir şey gelmemeye başlıyor. Bir de bunun üzerine "Akşama ya aç kalırsammm?" endişesine haiz bir koca kişisi varsa, al o tırtıklı bıçağı Harakiri yap yani...
Demem o ki; herkes öldürür sevdiğini
Kimi kurşunla, kimi bıçakla
Kimi de sabahın 10:30'unda yönelttiği: "Ne yiyecez aşkım akşama?" sorusuyla...
Ben mutfağa geç alıştım. Bütün bekarlık hayatım boyunca mutfak benim gözümde, temiz bulaşık makinesinin boşaltıldığı ve arada bir buzdolabı kapağının açılıp, içerinin seyredildiği bir mekandan ibaretti. Ama ne zaman ki iş başa düştü; yavaş yavaş 'yenebilir' birşeyler hazırlamayı öğrendim.
Yıllarca: "Şekerim yemek yapmakta ne var, at soğanı yağı kavur; at pişireceğin şeyi..." gibilerinden hızlandırılmış tarif veren arkadaşlarımın benimle John Benjamin Toschak geçtiğini düşünür, içten içe kızardım. Ama Türk mutfağının "Sebze yemekleri" denilen kısmını, bahsettikleri formülle kotarabildiğimizi keşfedince hem rahatladım; hem de bunca zaman bu işi öğren(e)mediğime hayıflandım.
Yok efendim: "Hikaye yazmak için ruhları çarpıştıralım", vay: "Yaratıcılığımızı ortaya çıkaralım" diye entel kuntel dertlere düşüp, unuttum işte yemeği koymayı...
Gerek Tv programlarında, gerek dizilerde bu yemek yapma hadisesi hep "Acaip zevkli, ritmik ve ahenkli" bir hadise olarak gösteriliyor ama gerçekler öyle değil amigolar.
Dayı çıkıyor, saniyenin onda biri kadar bir süre içerisinde koskoca soğanı 'Tak-Tak-Tak' doğrayıp önümüze seriyor; ama kimse o soğanı evde doğramaya çalışırken nasıl canhıraş, nasıl polifonik ağladığımızdan bahsetmiyor.
Tencereler o biçim, yardımcı malzemeler on numara...Peki ya her ihtiyacım olduğunda toto kadar mutfakta kaybolan sebze soyucudan ne haber?....Yemeği bir pişiriyorlar, şerefsizim tablo gibi...Ama kimse, ısrarla yemek kaşığından düşmek bilmeyen 'istikrarlı salça'dan dem vurmuyor.
İnsan tabi benim gibi bir de beceriksiz olunca; yemek yapma süreci bol acılı, ortalık batırmalı bir maceraya dönüşüyor ister istemez.
Koltuğumdan zar zor kalkıp, üşengeç adımlarla mutfağa vardım. Önce Kettle'a bastım su bir an önce kaynasın; sonra da yemeklik malzemelerimi tezgaha dizip işe koyuldum.
Di ve Dem; benim mutfağa varmamla birlikte ses tonlarını alçaltıp, birbirilerine iyice yaklaştılar. Koca kafalarının izin verdiği ölçüde kağıtlara göz atıverdim. İlk taslaklar ufaktan ortaya çıkmaya başlamıştı.
Onları seyrettiğimi farkedip; konsantrasyonları bozulmadan, yemek hadisesine geri döndüm...Ki zaten koca kişisinin de eli kulağındaydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir "Siyah" Kitap
Comédie" Ben Hikaye falan yazamıyorum yanına koyim!... " Zihnimi son zamanlarda o kadar çok yordum ki şu hikaye yazma mevzusuyla; en sonunda bir gürlemedir çıkıverdi sayın abim... Ama Didem'e; yine Didem yardımcı olabilecek bu mevzuda...Orası belli... " T...