Bir hafta böyle devam etti. Bol kahkahalı bol neşeli eh bol Toprak'lı günler oldu. Bugün de yine erkenden uyanmıştım. Büyük gündü. Toprağın annesini ziyarete gidecektik. Toprak aslında her ay annesine ziyarete gidiyormuş. Bu sefer beni de götürecek. Aileminin ölümünden sonra ilk defa Toprak sayesinde kendimi bu kadar değerli bu kadar güvende hissediyordum. Ben böyle düşüncelere seyahat etmişken giyinmeyi unuttum tabi. Bi koşu lavaboya gittim. Hazırlıklarımı bitirdim. Yine klasik spor bi kombin yapmıştım. Her zamankinden siyah yüksek bel bir pantolon, gri basic tişört ve air forcelarım. Bide sırt çantamı aldım. Hazırdım! Toprağı arayıp hazır olduğumu ve nerede kaldığını sordum. 5 dakikaya geliceğini söyledi ve kapattık telefonu. Bende kulaklığımı takıp telefonumdan müzik listesine girdim. Biraz Duman biraz Sezen Aksu derken Toprak kapıyı çaldı. Kapıyı açıp; " Nerde kaldın be kardeşim, hayır Cameron Dallas mısın sen geç gelmeler bekletmeler..." diye saydırırken Toprak ani bir hareketle çantamı eline aldı ve diğer yani o damarlı kollarının bir tanesine de bedenimi yerleştirdi. Çığlıklarım işe yaradı mı derseniz, hayır yaramadı. Arabaya gelince bıraktı şükür ki. O da hemen şöför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı. Bende kulaklığımı kaldırıp çantama tıktım ve arabanın radyosundan kanalları gezdim. Bi kanal da Mfö - Ah Bu Ben çalmaya başladı. Annemle babamın şarkısıydı bu. Evlilik kutlamalarında bu şarkıyı dinlerlerdi hep. Haliyle ezberlemiştim artık. Müziğin sesini yükselttim. Şarkı bitene kadar değişmedik kanalı. Şarkı bitti, yaşanmışlıkları geride bırakıp, anıları terkedip Toprağa döndüm. "Ne kadar kaldı daha var mı?" Diye sordum. Bişey söylemeden arabayı sağa çekti ve "Geldik" dedi. Arabadan inip girişe doğru yürüdük. Kimlikler gösterildi, soyadım aynı olmadığı için biraz zorluk çıktı ama yinede içeri girebildik. Gardiyan; "Efsun Uyar" diye seslendi. Efsun gelirken Toprağın hafiften gözleri doldu. Geldi. Toprak bizi tanıştırdı. Sohbet ettik. Zaten çok fazla zaman verilmemişti. Giderken Efsun Teyze "Toprak daha önce hiç kız arkadaş getirmedi yanıma belli ki sen özel birine benziyorsun. İyi de bi kızsın, değerini bilmelisin tatlım." Dedi. Gülümsedi, gülümsedim.Ardından Toprak annesine bir kaç kendine iyi bak sözcüğüyle, getirdiği kıyafetleri vermişti. Babası hakkında pek bilgim yoktu. Sadece Toprak küçükken öldüğünü biliyordum. Gardiyan gelip ziyaret saatinin bittiğini söyleyerek düşüncelerimi katletti. Hemen Toprağın bana koluna girmem için uzattığı koluna kolumu geçirdim. Gerçekten damarlı kolları aşık olunasıydı. Ve ben aşıktım, sanırım. Cezaevinden çıktık, arabaya doğru giderken Toprağa; "Acaba sahilden yürüyerek mi gitsek?" Diye tedirgin olaraktan bir soru attım ortaya. Olumsuz bir cevap beklerken, "Hadi bakalım küçük panda, yürüyelim o zaman." Dedi. Ve içimden söylemem gereken şeyi yanlışlıkla sesli söyledim; " Yuppi-goo!" Diye bağırdım. Bağırmakla yetinmeyip Toprağın boynuna atladım. Toprakta sarılmama karşılık vermilti ve sanırım 5 dakikaya yakın böyle sarmaş dolaş kalmıştık. Toprakla yürümek huzur veriyordu, eksik bir yanım tamamlanıyordu. Hatta ve hatta pizzanın son dilimi bana bırakılmış kadar mutlu oluyordum. En sonunda kendime gelip Topraktan ayrıldım diyemiyorum. Ayrılamadım efem. Tam ayrılacaktım ki Toprak beni kendine çekti ve daha sıkı sarıldık. İlk önce şaşırsam da bu anı değerlendirip bende sımsıkı sarıldım. Kokusu, babam gibiydi. Belki de babama benzediği için aşık olmuştum bu adama. Gri düşlerimi gökkuşağı yapmıştı bu adam. Ben bunları düşünürken biz hâlâ sarılıyorduk. Toprak en sonunda bedenimi bıraktı. Gözlerinin içine baktım hemen. Gözleri dolmuştu. Bişey dememe izin vermeden söze başladı; "Bak Okyanus, ben sana aşık oldum. Sen aşık mısın bilmiyorum ama senin canını yakarım. Annem babam yanımda değil. Hergün sabahlara kadar sahilde oturur bira içer şarkı söylerim. Böyle bi adamım ben. Güvenme bana, daha önce güvendiler. Ah neyse..." Hemen araya girdim. "İşte ben sabaha kadar sahilde oturup bira içip şarkı söyleyen bi adama aşığım, peki ya daha önce güvendiler
dediğin neydi?"Toprak nefes aldı"Sahile doğru yürüyelim yürürken anlatsam daha iyi olacak."Dedi ve yürümeye başlamıştık. 12 adım attık. Evet saydım gergin anlarda hep sayarım; her ne olursa olsun. Ve söze girdi. "Bundan 3 sene önce Devrim diye bi kızla tanıştım. Her gün beraber dışarı çıkardık kayalara gelip otururduk, konuşurduk. Bi kaç böyle geçti. Sonra aşık olduk birbirimize. İlk aşk. Sevgili olduk ardından. Karoekelere giderdik. Baya güzel vakit geçirirdik anlıyacağın. Sonra ayrı eve çıktık. Bir gün annemi ziyarete gittim yine ama Devrim'i evde bırakmıştım, hastaydı çok kötü. Annemin yanına gittim küçükken bana yaptığı tavuk çorbasının tarifini aldım. Eve geldim. Devrim'in kaldığı odaya girdim." Yutkundu. "...bir sürü bitmiş hap kutusu ve Devrim yerde öylece yatıyordu. İnanamadım intihar ettiğine suni teneffüs yaptım elimden geleni yaptım ama ölmüştü. Ve gözüme bir not çarptı üzerinde Küçük Ahtopotuma sevgilerle yazıyordu. İçinde; "Bana çok zarar verdin sanırım sevgilim ama merak etme şuan canım hiç acımıyor, beni özlediğinde sahile in kayalara bakarak şarkı söyle olur mu? Beni o herşeyin başladığı kayalar gibi düşün ve söyle sevgilim. Kendine iyi bak Küçük Ahtopot."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN SEN TONU
Teen FictionAilesini trajik bir kazada kaybetmiş hayatı ellerinden kayıp gitmiş ama aşkına tutunmaya çalışan bir genç kız